Mersin

(Bu yazı 2011 ve 2014 Temmuz aylarında yaptığım iki ayrı Mersin ziyareti sonucu yazılmıştır.)

Hani ilk tanıştığınızda önyargı ile uzak durduğunuz insanlar vardır. Belki o günkü yüz ifadesi, kılık kıyafeti, hatta sizinle tanışma şeklinde hoşlanmayıp uzak durursunuz, anlaşamayacağınızı düşünürsünüz. Bu önyargıya rağmen sohbet ve zaman ilerledikçe düşündüğünüzün aksine tam kafa dengi olduğunuzu hatta çok da iyi anlaştığınızı görürsünüz. Zamanla arkadaşlığınız ilerledikçe ilk önyargının mahcubiyeti sizin için arkadaşlığınızı daha da özel yapar. İşte Mersin benim için böyle bir yer! 2011 yılındaki ilk gidişimde belki televizyonda izlediğimiz güneydoğudan göç alan mahallelerinde olan eylem görüntülerinin etkisiyle, belki de Gaziantep ve Adana gibi nispeten muhafazakar illerimize komşu olmasından dolayı Mersin’in sıkıcı olacağı önyargısıyla gitmiştim! Hatta Mersin Otogarına geldiğimizde gerek otogar çevresindeki yerleşim yerlerinin köhneliği gerek otogarın bildiğin küçük bir ilçe otogarı gibi görünmesi tabiri caiz ise suratımın limon satmasını sağladı :/ Minibüse binip konaklayacağım yere giderken gördüğüm kent manzarası ve Mersin’de geçirdiğim ilk günün ardından önyargım resmen hayranlığa dönüştü :) Kilometrelerce uzanan çay bahçeleri, parklar, yürüyüş ve bisiklet yolları olan iyi planlanmış bir sahil, İstanbul’da bulamayacağım lezzette ve ucuzlukta tantuniler, ciğer şişler, künefeler, dondurmalar… Neyse :)

Mersin’e ilk gidişimde uzun ve ucuz bir otobüs yolculuğunu tercih etmiştim, siz bana uymayın! Heleki sıcak havalarda otobüs yolculuğu işkenceden beter.  Mersin’de havaalanı yok ama komşu il Adana’da havaalanı var. Uçaktan indikten sonra Havaş’ın veya THY’nin servisleri ile yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuk ile Mersin’e gidebiliyorsunuz. Eğer seyahat tarihiniz belli ise erken alacağınız uçak bileti avantajlı olacaktır, ben yandım siz yanmayın!

Mersin uzun bir sahile sahip turistik bir yer çok sayıda otel var. Eğer otel tuzlu olur daha ucuz alternatifler var mı derseniz çok sayıda küçük ucuz pansiyon olduğunu Mersin’li arkadaşlarımdan duydum. Seyahat ve konaklama sitelerinde yapacağınız kısa bir araştırmayla uygun bir yer bulacağınızı düşünüyorum. Ben bir tür hizmetiçi eğitim faaliyetine katıldığım için faaliyetin olduğu yerde konakladım bu nedenle oteller hakkında pek fikrim yok.

Ben Mersin’de Pozcu bölgesinde konakladım, Pozcu ve Silifke bölgesini gezdim. Bu nedenle Mersin’in yayla kültürü ve iç kesimleri hakkında fikir edinemedim, yorum yapmayacağım. Bir dahaki gidişimde kısmet olursa tarihi yapıları bol olan Tarsus’u gezmeyi çok istiyorum.

Mersin’in çok güzel bir sahil hattı var. Özellikle Pozcu’nun yeni yapılan bölgelerinde sahili doldurarak geniş ve güzel bir alan elde etmişler. Betonarme bir dolgu yerine yürüyüş yolları, parklar, bisiklet yollarının olduğu güzel bir sahil hattı var. Özellikle sabah ve akşamları spor için yürüyüş yapan çok sayıda insana rastlıyorsunuz. 2011’de açılan Mersin Marina ise sosyalleşmek için gayet güzel bir ortam. İkinci gidişimde Marina tam anlamıyla oturmuştu. Özsüt, Hayal Kahvesi, Bomonti Brasserie  vb. çok sayıda alkollü ve alkolsüz restaurant var. Marina’da ister kahvaltınızı yapın ister biranızı için gayet güzel oluyor. Hayal Kahvesi’nde hafta sonları konserler de oluyormuş. Marina dışında sahil hattı boyunca kebapçı, ocakbaşı, nargileci, balık restaurantı vb. çok sayıda hoş açık alanı olan yer var.

Mersin ve yemek denilince akla ilk tantuni gelir ve Mersin’de çok sayıda tantunici var. Tantuni nasıl desem küçük küçük kesilmiş et, yağ, domates, soğan kullanılarak yapılan ve ekmek arası isteğe göre limon sıkılarak yenilen bir yemek. İstanbul,Ankara, İzmir vb. pek çok yerde de yapılıyor ama Mersin’de bir defa tantuni yerseniz başka yerde ağzınıza sürmezsiniz o kadar güzel. Göksel Tantuni bana ve tavsiye ettiğim arkadaşlarıma göre en iyisi. Resmen yemeye doymuyorsunuz ve ben Mersin’de olduğum sürece bir akşam tantuni bir akşam Ciğerci Ramazan’da ciğer işi yiyerek geçirdim. Hatta son gidişimde Mersin’den ayrılmadan önce koşa koşa Göksel’e yetişip iki dürüm tantuniyi hüplettim :)




Göksel Tantuni’ye gelip sipariş vermek istediğinizde garsonlar size tek bir soru sorar açık mı? Kapalı mı? Tabi benim gibi İstanbul’dan gelip te böyle bir soruyla karşılaşınca boş boş baktığınız zaman sizin yerli halktan olmadığınızı anlayıp dürüm mü olsun yarım ekmek mi şeklinde hepimizin anlayacağı şekilde soruyu günceller :) Yarım deyince uyduruk beyaz somun ekmek arası az tantuni düşünmeyin küçük bir ekmek arasına yapıp getiriyorlar fakat ben dürümü tercih ettim. Yalnız dikkatimi çekti lavaş dürüm cümlesini kabul etmiyorlar malum bizim İstanbul’da lavaş dediğimiz şey burda lavaş olarak geçmiyor gerçi tadı mükemmel olunca çokda umurumda olmadı ama dikkatimi çekti. Masaya gelen 6 7 tabak İKRAM ki hepsi taze ve lezzetli ise göz yaşartıyor biz İstanbul’da bi şey yemiyormuşuz dedirtiyor vallahi! İnanın bir kişi veya dört kişi fark etmiyor bu tabaklar geliyor. Siz birinci dürümünüzü ayran ile tıkınırken ikinci dürümünüz masanıza gelip bardağın içine yerleşiyor :) ben üç dürümü midem ekşimeden, ağzımda kötü bir yağ tadı kalmadan güzelce yedim daha da yerdim inanın. Hey gidi günler yazarken bile ağzı sulanıyor insanın.


Tantunimizi yedik şimdi güzel bir tatlı gider ama tatlıyı Göksel’de yemedik yaklaşık 50 metre berideki Has Künefe salonuna geçtik. Burası bir tür pastane kendi yapım güzel dondurmaları, künefeleri ve Mersin’in yöresel tatlısı olan kerebiçleri var. Masanıza su sürahi ile konuluyor ve su için para alınmıyor unutmadan belirteyim. Burada gerçek Hatay usulü künefe yapılıyor her zaman sıcak ve taze. Sipariş verince tepsiden kesiliyor tercihe göre Antep fıstık, kaymak veya dondurma ile servis ediliyor. Kullanılan malzeme kaliteli ve künefe taze olduğu için öyle ağızda yakan bir şeker tadı değil künefenin leziz tadı kalıyor.

Mersin’e özgü kerebiç tatlısını da denemenizi öneririm. Dışı irmik içi fıstık veya cevizli bir tür kurabiye gibidir kerebiç. Eskiden sadece ramazan aylarında yapılan sonradan popüler olunca her mevsim yapılıp yenilen bir tatlı Kerebiçi bu şekilde kurabiye gibi de yiyebilirsiniz ama geleneksel şekilde kremasıyla yemek en doğrusu. Pek çok yerde kerebiç bulabilirsiniz ama Kerebiçci Oğuz en meşhurları ayrıca internet üzerinden kargo gönderimi de var. Kremasında süt kullanılmadığı için yolda bozulma riski yok alıp götürebilirsiniz.

Tantuni çok güzel ama Mersin’e gelmişken mutlaka ciğer şiş yemek lazım. Ciğer şiş yapan çok yer var ama ben tavsiye üzerine gittiğim Ciğerci Bahattin’i çok beğendim. Burada da yine masaya oturunca 7 8 tabak meze İKRAM olarak geliyor. Ben en çok közlenmiş soğan salatasını seviyorum, her gidişimde aynı tazelikte ve lezzette. Siparişinizi verdikten 5 10 dakika sonra her biri sıcacık 10 ciğer işi masanıza geliyor. Öyle çatal bıçakla yemeyin yazık edersiniz yine masanıza gelen incecik lavaşlara şişleri çekip yiyin en güzeli böyle yemek. Kendi yapım ayranları soğuk ve lezzetli zaten ciğeri kola ile yiyip yazık etmeyin.




Malum Mersin deniz kenarı deniz demek balık demek balık demek rakı demek meze demek muhabbet demek güzel bir ağaç gölgesine masa atıp saatlerce demlenmek demek :) Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Tece’de bulunan Söğütlü Pınar Balık Restaurant’a gittik. Pozcu’dan yaklaşık 15 km uzaklıkta yazlıkların yoğun olduğu bir yerde denizin tam kenarında geniş bir bahçesi olan güzel bir restaurant. Tezgahtan balığınızı taze taze seçiyorsunuz tartılıyor ister kızartma ister ızgara ister buğulama yapılarak servis ediliyor. Servis hizmeti biraz yavaş ve bu konuda internette benzer eleştiriler okudum ama buna rağmen masanıza gelen mezeler ve balıklar güzel ortalamanın üzerinde. Biz midye dolması, kaya koruğu turşusu, deniz börülcesi, roka domates salatası ve adının tece olduğunu öğrendiğim yoğurtlu güzel bir meze almıştık. Yeşillik tabağı ve bol limon Mersin’de nereye gitseniz masanıza gelen ikramlar. Rakımızı keyifle yudumlayıp mezeleri güzelce götürdükten sonra bu bölgeye özgü bir lagos ve bir levrek balığı aldık. Lagos kızartma levrek ızgara olarak geldi. Levreği bize sormadan toz biber serpmeleri hoşuma gitmese de tadı fena değildi. Sanırım Mersin, Hatay, Gaziantep gibi yerlerde bol baharat kullanıldığından deniz börülcesi ve levrek balığına toz biber katılması normal ama bana garip geldi. Yine de yediklerimiz de sohbetimizde güzeldi, canları sağolsun bi parça toz biber için olay çıkarak değiliz :)




Yedik içtik peki nereleri gezelim nerede denize girelim? Mersin’de mutlaka görülmesi gerek yerlerin başında Silifke ve burada bulunan Kız Kalesi geliyor. Silifke turistik bir belde çok sayıda otel ve plajı var. Yurdumu istila eden ‘beach’ kültürü çok şükür burayı esir alamamış. İster kumsala havlunuzu serin ister ucuza iki şezlong bi şemsiye kiralayın öyle denize girin.  Silifke’ye gitmek için Mersin’den çok sık geçen minibüs hatlarını kullanabilirsiniz. Silifke zamanında Roma’lıların hüküm sürdüğü sonradan Osmanlı’ya geçen bir eski bir liman kenti. Birisi sahilde diğeri denizin yaklaşık 200 metre içerisinde iki kalesi meşhur. Denizdeki kale ‘Kız Kalesi’ ismiyle anılıyor ve bölgeye adını verende bu kale. Hikaye bilindik çünkü malum cennet yurdumun dört yanında Kuz Kulesi, Kız Kumu, Kız Kalesi adıyla ve benzer hikayelerle anılan çok sayıda küçük kalesi, kulesi var.

Efenim hikaye şöyle, vakti zamanında meşhur bir Kral ve bu kralın bi kızı var. Bu kızcağız bir kehanet sonucu bir yılan tarafından ısırılıp öleceğini öğreniyor ve kralımız kızını korumak için yılanların erişemeyeceği denizin orta yerine bu kaleyi yaptırıyor. Kızcağız bu adada hayatına devam ediyor ama kader bu ya adaya meyve sebze taşınan sepetlerin birisine saklanmış bir yılancık prensesimizi ısırıyor ve kızımız hayata gözlerini yumuyor! Ne kadar şaşırtıcı değil mi :)?

Biz adayı gezmedik sahilden yaklaşık 15 dakikada bir kalkan küçük teknelerle adaya ulaşıp gezilebiliyormuş. Daha önce benzer çok sayıda kale gördüğüm için pek gerek görmedim açıkçası ve bu kararımdan pişman değilim.

Deniz tuzlu ama nasıl desem deniz sıcaklığı tam kıvamında, girerken donmuyorsunuz sakin sakin insan gibi girip yüzüyorsunuz. Hatta alın kolanızı biranızı denizin içinde takılın o derece güzel. Acıkırsanız çevrede çok sayıda lokanta büfe var ama pek tavsiye edemeyeceğim. Denizimize girdik yüzdük çıktık nereleri gezebiliriz.


Cennet ve Cehennem çukurları Silifke’ye yaklaşık 6 7 km uzaklıkta olan ve mutlaka görmeniz gereken yerler arasında. Aslında ikisi de büyük geniş obruk (çukur gibi ) hatta Cehennem sadece çukur tek yapabildiğiniz bildiğiniz ufak bir balkon gibi bölümden aşağı bakıp fotoğraf çekebilmek. Cehennem obruğu yaklaşık 110 metre derinliğinde bildiğim kadarıyla zamanına bu bölgeye hakim olan Roma’lılar bazı suçluları ve ilk zamanlarda Hristiyanlık yasak olduğu için Hristiyan’ları ceza olarak buraya atarlarmış.







Cennet çukuru ise biraz daha meşakkatli! Yaklaşık 250 metre derinliğinde ve tepenizde kavurucu bir güneş varken daha da derin geliyor. Hep söylüyorum bu dünyada veya diğerinde Cennet hep zor o yüzden ben kolay olan cehennemi seçiyorum :) Cennet’e inmeden önce en az yarım litrelik soğuk suyumuzu alıyoruz çünkü merdivenleri inerken resmen sıcaktan ter atıyorsunuz ve ağzınız kuruyor. Cennet’in dibine yaklaştıkça bizi bir mağara girişi ve buraya inşa edilmiş Meryem Ana’ya ithaf edilmiş taş bir kilise karşımıza çıkıyor. Roma’lılar döneminde Hristiysanlık ilk zamanlarda yasak bir inanış olduğu için kilise böyle zor bir yere yapılmış, ibadetler gizli yapılıyor. Ben kiliseden aşağı mağara bölümüne inmedim ama Cennet obruğunun esas önemli yeri bu bölüm. Mağaradan inip biraz daha yürüyünce bir tür akarsu bulunuyormuş. Hatta yaklaşık 25 30 yıl önce akarsu görülebiliyormuş fakat zamanla yer kabuğunda oluşan hareketler sonucu akarsuyun üstü örtülmüş şimdi sadece sesi duyulabiliyormuş. Bu akarsu kilometrelerce aşağıda kalan denize akıp birleşiyormuş. Ben inemedim ama siz bir zahmet inin!

Az biraz soluklanıp kendimize geldikten sonra aynı uzun yolu terleye terleye nefes ala ala çıktık. Çıkışın hemen yanında bulunan tesiste güzel birer hatta ikişer köpüklü ayran içip kendimize geldik. Buradaki küçük tesiste gözleme tost vb. şeyler yapılıyor karnınızı doyurabilirsiniz. Açıkçası burada gözleme yemektense soğuk ayranınızı içip kendinize gelin yemeği az sonra bahsedeceğim Narlıkuyu’da yiyin.





Soluklanıp dinlenip kendimize geldikten sonra yine aynı bölgede yaklaşık 1 km aşağıda bulunan astım mağarasına gidiyoruz. Mağarayı görebilmek için yaklaşık 15 20 metrelik bir metal dönen merdivenden aşağı iniyoruz ki bu sırada çıkanlara da yol vermeniz gerekebiliyor. Burası yaklaşık 200 metre uzunluğunda sarkıtlardan oluşan bol nemli bir mağara. Zamanında astım hastalığına iyi geldiği söylense de içerdeki nem aydınlatmaya rağmen loş olan ortamı kaygan tavandan aşağı inen sivri sarkıtları ile değil astıma deva olmak sizi bildiğin astım yapar! Zaten yürürken kenarlara yapılan metal borulardan tutmazsanız sırt üstü düşüp birkaç kemik kaburga omurilik kırarak her yerde pıtrak gibi biten özel hastane ve sağlık polikliniklerine ciddi bir döner sermaye kaynağı olabilirsiniz aman dikkat J Gerçi dışarıya göre mağara gayet serin ama yine de nemli ve bana göre boğucu bir yer. Yanlış hatırlamıyorsam mağara girişinde kalp hastaları için bir uyarı bile vardı!

Sağ salim bi yerimizi kırmadan Astım Mağarası’ndan çıktıktan sonra Allah’ımıza şükredip iki soluklanıyoruz. Buradan sonra bence bölgenin en güzel yeri olan Narlıkuyu’ya iniyoruz.



Narlıkuyu küçük ama çok güzel, mutlaka görülmesi gereken bir koy. Koyun girişinde ufak kulübe bozması bir müze bulunuyor, müze zemininde bir kısmı çıkarılmış güzel bir mozaik var. Mozaikte de görüleceği üzere Nar bu bölgede eski ve değerli bir meyve. Ayrıca burada küçük ama çok meşhur bir lokmacı var. Lokma hamurdan yapılan şireli basit bir tatlı ama bu sıcak havada bile çok güzel gidiyor ister koya girmeden önce ister denize girip balığınızı yedikten sonra ama mutlaka bu lokmadan yiyin.







Narlıkuyu küçük bir koy ve koyun etrafı yan yana balık lokantalarıyla çevrili. Rakınızı yudumlarken hararet bastırırsa hemen t-shirtinizi çıkarıp iki kulaç atıp rahatlayıp yemeğinize devam edebilirsiniz. Biz rastgele bir lokanta seçip oturduk ama hizmet ve yemekler güzeldi. Yörenin meşhur lagos balığını, deniz levreğini, Jumbo karidesleri bulabilirsiniz. Biz arkadaşlarla lagos kızartma, bir tanede iri deniz levreğini ızgara yaptırmıştık. Oturunca masanıza birkaç çeşit meze ve roka domates salatası, kaya koruğu mutlaka geliyor. Maalesef bir talihsizlik sonucu burada çektiğim fotoları kaybettiğim için fotoğraf ekleyemiyorum L Ama göze ve mideye hitap eden güzel bir sofraydı.

Narlıkuyu’dan ayrılmadan sahildeki birkaç yerel satıcıdan kaya koruğu turşusu, kapari çekirdeği ve zeytin alabilirsiniz. Ben başka yerde pek bulamayacağım kaya koruğu turşusundan bir kavanoz aldım, keşke en az iki üç tane alsaydım. Normalde balık lokantalarında pek bulamadığımız bulduğumuzda da küçük bir porsiyonuna iyi para verdiğimiz kaya koruğu burada kavanoz kavanoz hazır satılıyor. Tek yapmanız gereken evde yemeden önce üzerine biraz zeytinyağı ve limon gezdirmek.

Mersin’in sembollerinden birisi de cezeryedir. Havuçtan yapılan bir tür tatlı cezerye, yanlış bilmiyorsam arapça cezar havuç demekmiş zaten. Cevizli ve Antep fıstıklı olarak iki türü var. Bizim et döner şeklinde yapılıp bıçakla kesilerek paketleniyor.  Ben Mersin’de sevilen Dondurmacı Halil’den aldım cezeryeleri severek yedik.

Ciğerci Bahattin Pozcu
Telefon: 0 324 327 56 26
Adres: Gmk bulvarı Pozcu Yenişehir/Mersin

Göksel Tantuni
Telefon: 0 324 326 32 33 – 0 324 326 16 00
Adres: GMK Bulvarı (Eski İşbank Şubesi Karşısı)

Söğütlüpınar Balık Restaurant
Sahil Cad. No:5 Tece/Mersin
Tel: 0(324) 482 30 93

Yorumlar

Yorum Gönder