İstanbul Coffee Festival

Biz küçükken öyle istediğimiz zaman istediğimiz içeceği içemezdik. Çay sabah kahvaltıda ve akşam keyif için demlenirdi ki o zamanlar kettle cihazlarının olmadığını da düşünürseniz öyle 20 dakika süren bir şey değildi bayağı beklerdik. O zamanlar sallama çay şimdiki kadar popüler ve sevilen bir içecek değildi çünkü Türkler çayı sallamaz, demlerdi! Kahve ise daha doğrusu ülkemizde o zamanlar sadece Türk Kahvesi vardı BÜYÜKLERİN içeceğiydi, cezvelerde sade, orta şekerli veya şekerli olarak yapılır ve büyükler sigara eşliğinde içerlerdi. Biz çocuktuk, kahve bize zararlıydı! Ayrıca tadı şekerli değildi biraz acıydı sanki içmemeliydik biz! O zamanlar çocuklar gazoz, kola veya sarı kola içerlerdi J Maden suyu da yasak listesindeydi, küçüktük biz midemiz delinirdi! Birde nescafe vardı her ne kadar çoğunun markası Nescafe olmasa da! Benim nescafe ile tanışmam evlenip Hollanda’ya yerleşen dayımın iki yılda bir geldiğinde büyük büyük kavanozlarla bize kahve ve krema getirmesiyle oldu. Dayımın işçi emeklisi kayınpederi sabah sabah kalkıp kofi diye diye coffee yapardı! Artık memlekette pek olmamasından mı nedir ilginç gelirdi bize. Sabahın köründe mis gibi demlenmiş çay dururken büyük kupayla kahve içmekte nesi! Bize gelen kahvelerin ve kremaların çoğunun kimse içmediği için son kullanma tarihi geçince paketi bile açılmadan çöpü boyladığını da belirtmek isterim güzelim Türk Kahvesi dururken kim içerdi bunu :)

Biz büyüdük ve üniversiteli olduk. Nescafe biraz daha bilinen bir tat oldu bizler için ki hatırladığım kadarıyla şimdiki Starbucks’lar gibi olmasa da Nescafe Cafe’ler vardı en azından Ankara’da. Havalı kırmızı kupalarda coffee içmek ilginç ve biraz havalı bir deneyimdi yine de ben çok sevemedim bu coffee olayını. Yurdumun vize ve final dönemi sabahlayan üniversite gençliği için ise coffee bir dost, bir can yoldaşı, bir tüm ders notlarına sahip sınıfın inek öğrencisi kadar sevildi sayıldı :)

2003 2004 gibi başta Starbucks, Gloria Jeans’s, Caffe Nero gibi kahve zincirlerinin Türkiye de şubelerinin açılmasıyla birden olay başka bir boyuta taşındı. Çocukken izlediğimiz holivuud dizi ve filmlerinde NYPD ve FBI mensuplarının ellerinde kahve ve donutlarla kahvaltı yapmasına alışkın olan bizler aynı sahneyi en azından İstanbul, Ankara ve İzmir’de görmeye başladık yavaş yavaş… Daha düne kadar memleketten gelen tulum peynir ve zeytin ile kahvaltı yapan metropol insanı güne latte ve kruvasansız başlayamaz olmuştu!

İş yapmayı batıdan öğrenen Türk iş dünyası da hızlı bir şekilde uyum sağladı bu sürece ve yabancı kahve zincirlerinin yerli rakipleri geldi çok geç olmadan. Kahve Diyarı, Kahve Dünyası, Gönül Kahvesi başta olmak üzere pıtrak gibi yayıldı yurdum AVM ve caddelerine… Hakkını yemeyeyim özellikle Kahve Dünyası işini ciddiye alıp yurt dışına kadar yayılmaya başladı nispeten özgün duruşuyla…

2012 baharında Galatasaray Lisesi yakınlarında ufacık bir dükkanda Kronotrop’un açılmasıyla Türkiye 3rd Wave Coffe Shop akımıyla tanışmaya başladı. Starbucks ve türevlerinin bol köpüklü abuk sabuk soslu bayat çekirdekten yapılmış kahvelerinden yavaş yavaş sıkılıp yeni arayışlara giren metropol insanı koca koca mekanlar ve birbirinden pek farkı olmayan kahve çeşitleri yerine küçük ve sevimli bir mekanda taze ve özgün çekirdekten yapılmış kahveleri sevmeye başladı… Take away coffe olayını yani kahveni al git mekanı oyalama ve bunun karşılığında kahve için daha az ücret öde işinin öncüsüdür Kronotrop… Kişisel görüşüm reflü olduğum için zaten pek içmediğim daha doğrusu içemediğim kahveyi ender de olsa zevkle içtiğim mekan Kronotrop’tur, umarım özgün ve kaliteli duruşunu zamanla bozmaz…

Son iki yılda özellikle Karaköy ve Bebek gibi popüler yerlerde hem Kronotrop’un şubeleri hem de butik rakipleri açılmaya başladı. Kahve zincirlerinin aksine daha az hatta tek şube, daha özgün dekorasyon, daha kaliteli, taze ve çeşitli kahve çekirdekleri ile sevdik bu mekanları…

İşte tüm bu süreç sonunda üçüncü dalga kahveciler bir etkinlik ile kendilerini tanıtmaya ve sevenlerine farklı bir şekilde ulaşmaya karar verdiler. 25 – 28 Aralık 2015 tarihinde Karaköy’de bulunan Galata Rum Ortaokulu binasında 25 inde sektör temsilcilerine diğer üç gün halka açık tüm gün iki seans süren İstanbul Coffee Festival isimli bir kahve festivali yapıldı. Popüler kahve zincirlerinden, üçüncü dalga kahvecilere, kahve makinası üreticilerinden, çikolata, kurabiye ve lokumculara, Türk kahvesi hatta mırradan latteye kadar uzanan geniş bir aralıkta dört kat ve bir terastan oluşan alana yayılmış bir dünya katılımcı vardı…

Kahve sevmeyen daha doğrusu reflüm nedeniyle sevemeyen ben siz gitmek isteyip gidemeyen, kaynanası, baldızı, eniştesi evine misafir gelip evden çıkamayan, sevip kavuşamayan değerli okurlarım için kendimi daha doğrusu midemi feda edip sorumlu yayıncılık adına 27 Aralık Cumartesi saat 15 – 19 arası ikinci seansta etkinliğe teşrif ettim :)

Anam ne kadar coffee sever bir milletmişiz resmen sağımdan solumdan geçene sürtüne sürtüne yüzlerce binlerce kahve sever ile birlikte dolu dolu zaman geçirdim… Bu kadar kalabalık olmasında bilet ücretinin bir seans için 25 tl gibi makul bir rakam olmasının da payı var kanımca. Böylece erasmus öğrencisinden, yabancı turistine, hipsterinden şehirli muhafazakarlara kadar uzanan geniş bir aralıkta bulunan ziyaretçi profili çeşit çeşit kahvelerden nasiplendi gün boyunca. Etkinlikte kahve tadımı ücretsizdi, beğendiğiniz kahvelerin paket satışı da olduğu için tekrar mağazaya gitmeden orada satın alanda çoktu. Evet, bu kadar ön bilgi yeter turumuza başlıyoruz…

Merdivenlerden çıkıp birinci kata girer girmez Breaking Bad’den fırlamış gibi duran Heisenberg Coffee karşılıyor bizi. Sarı renk kimyager tulumları, pişirim sırasında taktıkları gaz maskesiyle tat olarak olmasa da Show anlamında festivalin yıldızı oldular :) Resimlerini, videolarını çekmeyen, instagram’da paylaşmayan kalmadı. Peki tadı nasıldı derseniz tatmadım! Tamam deney tüplerinde kahve yaptın, daha küçük beherlerde ikram ettin güzel! İyide o gün festivalde binlerce insan var içilen beherleri uyduruk bir lavaboda yıkayıp hemencecik tekrar kullanmanın alemi yok! Kusura bakmayın hijyen standardım o kadarda düşük değil!



Giriş katta hemen soldaki küçük sevimli bölümde ise ilk göz ağrım Kronotrop konumlanmış. Espresso, espresso+süt ve yedi sekiz çeşit farklı çekirdek ile yapılan Türk kahvesi ile sade ama bana göre gayet yeterli bir menü ile katılmışlar. Hafif bir şey içmek istediğim için espresso+süt’ü denedim ve çok beğendim… Türk kahveleri ise bayağı sert geldi, bir iki yudum alıp bıraktım…



Giriş katın bir diğer dikkat çekici firması ise Sahi İstanbul. Karaköy mağazasının önünden geçerken tasarımına kayıtsız kalamayacağınız firma lokumları, butik gofretleri ve helvaları ile yer aldı. Güler yüzlü bir ustamız tüm gün kaymaklı, fındıklı fıstıklı narlı şulu bulu hatta nutellalı lokumlar yapıp kesip kesip ikram etti. Gerek standın sevimliliği, gerek lokumların tazeliği ve lezzeti ile benim en sevdiğim bölüm oldu.

Cafe Nero ise hem çeşit çeşit kahveleri hem de küçük kruvasan, sandviç ve küçük küçük dilimlenmiş çikolatalı kekleri ile karnı aç katılımcıların gariban babası oldu :)

Giriş katın bir diğer görsel şovu ise Old Java idi. Dumanı üstünde tüten ama buz gibi kahveleri ile hem görsel olarak hem de tat olarak dikkat çektiler. Kahveyi ve çayı sıcak seven bana pek uymadı ama terleten yaz günleri için kahve severlere farklı bir alternatif olabilir…

Giriş katta kahve işinin olmazsa olmazı hatta yakın zamanda üçüncü dalga akımına destek olacağı konuşulan Starbucks Coffee ve son zamanların popüler yeni nesil kahvecilerden MOC İstanbul gibi firmalarda yer alıyordu.

İkinci kata geldiğimizde değişik tatta çikolatalarıyla Coco Chocolate dikkatimi çekti. İthal çikolata kalıplarını kırıp kırıp ikram ediyorlardı, malum artık kahve deyince lokum kadar çikolatada akla geliyor…

Ufak bir standı bulunan Lotus ise tarçınlı ve zencefilli kurabiyeleri ile katılmıştı. Halktan ziyade Cafe işine gireceklerin dikkatini çekeceğini düşünüyorum…

Safranbolu’dan gelen Safrani ise çeşit çeşit lokumları ve akide türevi şekerlemeleri ile dikkatimi çekti. Kaymaklı ve biraz pahalı olan safranlı lokumları dikkate değerdi…


Yerli zincirlerin ün büyüğü Kahve Dünyası ise kış mevsiminin içeceği sahlep ile espressoyu birleştirmişti tadı güzeldi ama reyondaki gencin sürekli ilklerin markası diye ikram etmesine hiç gerek yoktu! Napıyon oğlum esenler otogarı mı burası biraz cool takıl :)

Elbistan Kervansaray Kahve firması ise son yılların gözdesi közde kahve ile festivale katılmıştı. Biraz beklemek gerektiği için ben tatmadım ama değişik bir karışımla yaptıkları közde kahveye rağbet eden çoktu…

Arzum, Nespresso ve Delonghi gibi kahve makinası üreticileri ise ev tipi ve endüstriyel ürünlerini tanıttılar.

Üçüncü katta benim dikkatimi Cerciş Murat Konağı çekti. Mırra ikram eden tek katılımcı olmaları ve bol baharatlı, tarçınlı Süryani ekmeği ikram edip satmaları güzeldi. Noel dönemi Mardin Süryani’lerinin yaptığı yumuşak ve hafif tatlı Süryani ekmeği kahveden ziyade çayın yanında gayet güzel gider…

Dördüncü katta gayet geniş bir sınıfta, kalabalık katılımcı sayısıyla dikkat çeken kahve konulu seminer vardı. Gün boyu değişik firmaların çeşitli seminerleri oldu. Özellikle kahve işine girmek isteyen ve barista olmak isteyenlerin dikkatini çeken bir etkinlikti…

Kahveleri ve tatlılarıyla Karaköy’den sevdiğimiz Press Karaköy ise tatlılarıyla katılmıştı…

L’era Fresca ise süt ve dondurmalarıyla katılmıştı festivale. Neredeyse tüm festival katılımcıları bu firmanın sütlerini kullandılar.





Elbette ki bu kadar şehirli hipsterin rağbet ettiği bir etkinlikte sanatsal bölümlerde bulunuyor. Kahve konulu videolar, tablo ve fotoğraflar her katta değişik salonlara yerleştirilmişti. Bazı fotoğrafların gerçekten çok güzel olduğunu belirtmeliyim.



Teras kat ise sigara ve yemek alanı olarak düşünülmüş. Özellikle hava kararınca boğaz ve Galata manzarasının çok güzel olduğunu belirtmeliyim.

Başta da belirttiğim gibi kahve sevmeyen, bayramdan bayrama kahve içen biri olarak etkinliği beğendim. Makul bilet ücreti, gayet dolu bir katılımcı listesi ile güzeldi. Sanırım beklenenin üstüne olan katılımcı sayısına bu bina yetmedi, özellikle tuvaletlerde uzun kuyrukların olduğunu belirtmeliyim.

Yine de kişisel görüşüm kahve benim için Türk Kahvesi’dir. Yanında da çikolata değil mümkünse kaymaklı lokum ile… Hem söyleyin Allah aşkına o havalı isimli Americano’lar, Latte’ler, Mocha’lar Türk Kahvesinin yerini tutabilir mi? Hangisi size bedelli çıkacak mı? Üç vakte kadar düğün dernek olacak mı? Sevdiğimiz kız/erkek bize karşılık verecek mi? Sorunlarının cevabını verebilir J Türk Kahvesi candır gerisi Latte’dir, Mocha’dır…

Yorumlar

  1. Falı candır, derde devadır :)
    Sonunu pek sevdim. "Kahve candır" :) ellerine sağlık ...
    Okuyan : bir kahvesever :)

    YanıtlaSil
  2. sevgili tuncer vazgeçilmezim türk kahvem eşliğinde keyifle okudum ;) selin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder