Fırsat buldukça kafamda oluşturduğum görülmesi gerekenler
listemi tamamlamaya devam ediyorum… Özellikle son iki yıldır tatil seyahat gezi
bloglarında, dergi ve eklerinde iyice öne çıkan, bu yıl Instagram’da özellikle
muhteşem kar manzarası eşliğinde bol bol hayranlık uyandıran fotoğrafları
paylaşılan Kapadokya’yı görerek listemden çıkarmak istedim ve şimdi geriye
dönüp baktığımda iyi ki gezip görmüşüm diyorum…
Hayır herhangi bir tur şirketinden tatil paketi satın alıp
gitmedim, kendim bir program oluşturup öyle gezdim… Tabi kendim gezmek
istememde Nevşehir’de okuyan sevgili öğrencim Sinem’inde bana eşlik edecek
olması önemli bir etkendi ve sağ olsun bana iyi bir rehber ve yol arkadaşı
oldu… Tabi yine sürekli takip ettiğim seyahat yaşam bloglarındaki Kapadokya
yazılarını okudum, gazetelerin seyahat ve hafta sonu eklerinden önceden kesip
sakladığım yazıları okudum, nereler gezilir nerede ne yenir ne yapılır notları çıkardım
ve o notlardan faydalandım, iyi de oldu…
Peki yavaş yavaş başlayayım zaten anlatacaklarım uzun olduğu
için Kapadokya yazılarımı parçalara bölmeye karar verdim böylece hem gün gün
hem de bölge bölge daha düzenli anlatabilirim diye düşünüyorum…
Öncelikle Kapadokya bir ilçe, kasaba veya köy değil!
Kapadokya sınırları tam olarak belli olmayan Nevşehir’in tamamı ile Kayseri,
Aksaray hatta Niğde’yi de kapsayan oldukça geniş bir bölge! Yani öyle iki üç
saat takılıp iyi gezdik denilebilecek bir yer değil, hatta bana göre en az bir
hafta gezmek lazım! Bir taksiciyle sohbet ederken hepsini görmek için belki bir
ay gezmen lazım dedi! Yalan veya abartı yok, haklı aslında! Ben dört gün gezdim
ve çoğu yeri göremedim çoğu aktiviteyi yapmadım, yapamadım… Baştan belirteyim
bu yazıların esas amacı Kapadokya hakkında ansiklopedik bilgileri kopyala
yapıştır ile paylaşmak değil, kendi seyahat tecrübemi sizlere aktarmak. Bu
nedenle Kapadokya hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız, internette çok
sayıda yazı var kısa bir araştırma ile bulup okuyabilirsiniz!
Peki ne zaman gitmeli? Kapadokya bölgesi daha doğrusu
Nevşehir kışın çok soğuk yazın ise çok sıcak bir bölge(imiş). Bu nedenle ilkbahar
veya sonbahar da gitmek daha doğru çünkü Kapadokya’ya gitmek demek bol bol
yürümek gezmek tırmanmak demek! Çok soğuk veya çok sıcak zamanlar sizi fazlasıyla
zor durumda bırakacağından bilginiz olsun, gerçi bu yıl kış aylarında da çok
sayıda fotoğraf paylaşıldı ve kar altında da çok güzel göründüğünü belirtmek
isterim. Zaten bölge esnafı ile konuştuğumda eskiden turizm sezonunun 4 - 5 ay
olduğunu artık bu sürenin 8 - 9 aya çıktığını, sürekli hareket olduğunu
belirttiler.
Peki nasıl gideriz? Mümkünse gezi tarihinizi önceden
belirleyip uçak ile gidin derim. Kayseri’de bulunan Kayseri Havalimanı’na ve
Nevşehir’de bulunan Kapadokya Havalimanı’na yapılan uçuşlar var. Her iki
havalimanından Nevşehir’e servis yapan araçlar bulunuyor bilginiz olsun. Yok
eğer uçak pahalı geliyorsa İstanbul’dan her gün Kamil Koç’un sabah ve akşam
seferleri var ortalama 12 saatlik bir yolculuktan sonra Kapadokya’nın merkezi
sayılabilecek Göreme’ye ulaşıyorsunuz, şahsen benim gitmek istediğim tarihlerde
uçak bileti çok pahalı geldiği için Kamil Koç’u tercih ettim ve her hangi bir sorun
yaşamadım.
Peki nerede konaklamalı? Kapadokya geniş bir alan ama Kapadokya
demek çoğunlukla Nevşehir demek! Nevşehir şehir merkezi pek tercih edilmiyor
çünkü o güzelim peribacaları atmosferinden uzak daha çok bir Anadolu kenti
görünümünde. Genelde tavsiye edilen ve benimde tavsiye edeceğim Göreme’de
konaklamanız, böylece hem Kapadokya ruhunu daha iyi hissedersiniz hem de mutlaka
görmeniz gereken Avanos, Uçhisar ve Ürgüp gibi bölgelerin hepsine yakın
olursunuz. Özellikle son yıllarda Uçhisar kasabasına çok kaliteli otel
yatırımları yapılsa da fiyatları daha yüksek bu nedenle makul bir bütçe ile
tatile gidiyorsanız Göreme’de konaklamak daha uygun olacaktır. Ben Göreme’de
bulunan Caravanserai Hotel’de konakladım, memnun kaldım tavsiye ederim.
Gelelim benim yolculuğuma :) 19 Mayıs’ın salıya denk
gelmesini değerlendirip havalar öyle çok da sıcak değilken gideyim dedim. 15
Mayıs Cuma akşamı saat 22:00’a otobüs bileti aldım. Aldım almasına ama nerden
bileyim asker uğurlama dönemine denk geleceğimi! İstanbul Otogar’da neredeyse
her otobüsün önünde sırtında bayrağımız asılı sağında solunda anası babası
halası liseden kankası mahalleden panpası önü zurnacı davulcu çevrili 18’lik
gençler bekliyordu. Davullar çalıyor zurnalar coşuyor İstiklal Marşı okuyan mı
ararsın bu asker gidecek geri dönecek diye toplu slogan atan mı dersin otobüsün
önünde içinde toplu fotoğraf çektiren mi dersin otobüsün plakasını söküp anı
olacak çalan mı dersin! Otobüsü sallayan mı dersin! O daracık otogarda halaya
oyuna duran mı dersin! Sadece İstanbul Otogar değil, Alibeyköy Cep Otogarı da
aynı durumda olduğundan İstanbul’dan bir buçuk saat geç çıktık! Allahtan bizim
otobüste asker olmadığı için en azından bizim otobüste sorun yaşamadık! Otobüs
ile seyahat ederseniz Kayseri ve Nevşehir bölgesinde pek de zorlanmadan yol
boyunca Erciyes Dağı’nı görebilirsiniz! Bilginiz olsun…
İstanbul’da oyalanınca planladığımdan daha geç bir saatte Nevşehir'e ulaştık, Nevşehir Otogar ’da sevgili öğrencim, rehberim, yol arkadaşım Sinem’i
de alıp Göreme’ye devam ettik. Göreme’ye kadar bir yandan sohbet edip bir
yandan da yol boyunca manzarayı inceledim.
Göreme için Kapadokya’nın merkezi diyebiliriz ki ben ilçe
sanıyordum meğer kasaba bile değilmiş! Son yapılan nüfus sayımında nüfus
2500’ün altına düştüğü için köy kabul ediliyormuş! İlk duyduğumda bende
şaşırdım ama biraz gezince burada yaşamın bittiğini görüyorsunuz her yer ya
mağara otel ya tur, balon şirketi ya da lokanta, restoran! Evet az da olsa
evlerde var ama çoğu çalışan Göreme yakınındaki kasabalarda köylerde yaşıyor…
Göreme bir vadinin içinde kalmış küçük bir kasaba aslında gezinirken peribacalarını,
güvercinleri, yabani bülbülleri görebiliyor, duyabiliyorsunuz…
Göreme içindeki küçük terminalde indikten sonra 5 dakika
yürüyerek Caravanserai Hotel’e ulaştık. Kapadokya bölgesindeki çoğu otel mağara
otel diye geçiyor ama bildiğimiz mağara yapısı aklınıza gelmesin, çoğu otel
taştan yapılmış ama otantik olsun diye mağara görüntüsü verilmiş yapay mağara
oteller! Evet kasabalar içerisinde peribacaları var ama oteller peribacaları
içerisinde değil! Hem Göreme’de hem de Kapadokya bölgesinde çok özenilmiş çok
hoş oteller var ama benim otelim gibi daha sade bir otel de işinizi görebilir! Caravanserai
Hotel’de iki kişilik odada kaldım duşu tuvaleti oda içerisinde, otel ücretine
sadece sabah kahvaltısı dahil… Kahvaltı bana göre yeterli, doksan çeşit olsun
diyen birisi değilim… Oteller genelde Euro bazlı ücretlendiriliyor o günkü kura
göre çevirip ödeme yapabiliyorsunuz…
Eşyalarımı yerleştirdim, üstümü değiştirdim el yüz yıkama
tamam artık çıkıp gezelim zaten yolda zaman kaybetmişim gezmek lazım ama
neredeyse öğlen oldu önce karnımızı doyuralım yolumuz uzun çünkü… Özellikle
instagramda güzel fotoğrafların paylaşıldığı ve bloglarda hakkında güzel yorumların
yapıldığı Seten Restaurant’ı denemek istedim… Seten Restaurant Göreme
içerisinde olduğu için az biraz yürüyerek gittik, az biraz yukarıda kaldığı
için yemek yerken Göreme’yi de izleyebiliyorsunuz…
Çok hoş bir dekorasyona sahip içerisi sade göz yormayan bir şekilde döşenmiş… Nispeten erken sayılabilecek bir saatte gittiğimiz için bizden başka müşteri yoktu, çalışanlar servis için hazırlıklarını yapıyorlardı. Cam kenarında güzel bir manzarası olan iki kişilik bir masaya geçtik, menüyü incelemeye başladık…
Biraz sonra masaya sarımsak soslu, tadı çok güzel iki dilim ekmek, zeytinyağı ve çok hoş bir baharat karışımı geldi… Çok aç olmadığımız için yöresel bir çorba olan tutmaç çorbası ve karışık meze tabağı istedik… Sarımsaklı ekmeği zeytinyağı ve baharata bana bana yedik ağzımız tatlandı…
Tutmaç çorbası aslında çok farklı bir tada sahip olmasa da yoğurtlu, unlu, yumurtalı, erişteli kıvamlı lezzetli bir çorba, ben beğendim…
Az biraz sonra 9 çeşit mezenin olduğu meze tabağı geldi, her mezede ayrı ayrı gayet güzeldi… Evet meze tabağı muhteşem değildi ama her şey ortalamanın üstünde gayet iyiydi… Göreme’de kaldığım süre boyunca gözlemlediğim kadarıyla yeme içme sektöründe burada yüksek fiyat düşük kalite olduğu! Seten bana göre bu algıyı değiştirmeye çalışan bir mekan, umarım değişerek gelişerek devam ederler, tavsiye ediyorum…
Çok hoş bir dekorasyona sahip içerisi sade göz yormayan bir şekilde döşenmiş… Nispeten erken sayılabilecek bir saatte gittiğimiz için bizden başka müşteri yoktu, çalışanlar servis için hazırlıklarını yapıyorlardı. Cam kenarında güzel bir manzarası olan iki kişilik bir masaya geçtik, menüyü incelemeye başladık…
Biraz sonra masaya sarımsak soslu, tadı çok güzel iki dilim ekmek, zeytinyağı ve çok hoş bir baharat karışımı geldi… Çok aç olmadığımız için yöresel bir çorba olan tutmaç çorbası ve karışık meze tabağı istedik… Sarımsaklı ekmeği zeytinyağı ve baharata bana bana yedik ağzımız tatlandı…
Tutmaç çorbası aslında çok farklı bir tada sahip olmasa da yoğurtlu, unlu, yumurtalı, erişteli kıvamlı lezzetli bir çorba, ben beğendim…
Az biraz sonra 9 çeşit mezenin olduğu meze tabağı geldi, her mezede ayrı ayrı gayet güzeldi… Evet meze tabağı muhteşem değildi ama her şey ortalamanın üstünde gayet iyiydi… Göreme’de kaldığım süre boyunca gözlemlediğim kadarıyla yeme içme sektöründe burada yüksek fiyat düşük kalite olduğu! Seten bana göre bu algıyı değiştirmeye çalışan bir mekan, umarım değişerek gelişerek devam ederler, tavsiye ediyorum…
Yemeğimizi yedik şimdi geze geze ilk durağımız olan GöremeAçık Hava Müzesi’ne gideceğiz… Minibüs veya taksiye binmek istemiyoruz zaten
yakın hem yürürken daha çok şey görüyoruz size de böyle yapmanızı tavsiye
ederim…
Yol boyunca çok sayıda irili, daha irili peribacaları gördük kimisi gerçekten çok büyük fotoğraf çekerken kadraja zor sığdırdım! Öyle sadece ufak bir bölgede değil çok geniş bir alanda peribacaları bulunmakta…
Yol üzerinde at çiftlikleri dikkatimi çekiyor, bölge için tavsiye edilen aktivitelerden biriside at gezintisi yapmak biz yapmadık ama ilginizi çekerse diye bilginiz olsun…
Yol boyunca çok sayıda irili, daha irili peribacaları gördük kimisi gerçekten çok büyük fotoğraf çekerken kadraja zor sığdırdım! Öyle sadece ufak bir bölgede değil çok geniş bir alanda peribacaları bulunmakta…
Yol üzerinde at çiftlikleri dikkatimi çekiyor, bölge için tavsiye edilen aktivitelerden biriside at gezintisi yapmak biz yapmadık ama ilginizi çekerse diye bilginiz olsun…
Hava yine de sıcak yanımıza su almıştık sık sık su içiyoruz…
Göreme Açık Hava Müzesi’ne gelmeden biraz beride Tokalı Kilise bulunmakta
müzekart olduğu için kolayca içeri giriyorum. Bölgede çok sayıda mağara kilise
bulunmakta ve bu kiliselerin çoğu Hristiyanlığın ilk dönemlerinden kalma,
Tokalı Kilise önemli kiliselerden.
Çoğu mağara kilisede olduğu gibi burada da fotoğraf çekmek yasak, görevliler sık sık uyarıda bulunuyorlar bilginiz olsun ama itiraf edeceğim flaşı kapatıp telefon ile bir kaç fotoğraf çektim tam istediğim gibi olmasa da!
Çoğu mağara kilisede olduğu gibi burada da fotoğraf çekmek yasak, görevliler sık sık uyarıda bulunuyorlar bilginiz olsun ama itiraf edeceğim flaşı kapatıp telefon ile bir kaç fotoğraf çektim tam istediğim gibi olmasa da!
Az biraz daha yürüyerek Göreme Açık Hava Müzesi’ne geliyoruz,
müzekart olduğu için sıra beklemeden kolayca içeri girdim.
Burası geniş bir alana yayılmış mağara evlerin, mutfakların, kilerlerin, ahırların, kiliselerin, bahçelerin olduğu eski bir yerleşim alanı. Oldukça eski bir yerleşim yeri aslında çünkü bazı mağara kiliselerde tavan süslemeleri, ikonalar bulunmamakta sadece malta haçı olarak adlandırılan çizimler var kesin bir tarih verilememekte ama Hristiyanlığın ilk zamanlarına kadar dayandığı söyleniyor. Ben neredeyse tüm mağaralara, evlere, mutfaklara tek tek girdim oldukça etkileyici bir müze! İnsanlar kayaları mağaraları oyup evler, mutfak masaları kiliseler kurmuşlar hayran olmamak mümkün değil! Kapadokya bölgesi uzun zaman önce şimdinin sönmüş eskinin aktif yanardağı olan Erciyes’in lavlarından, küllerinden oluştuğu için bazı kaya ve mağaralar kolayca oyuluyor, işlenebiliyor… Şimdi size şunu görün şuraya girin diye tek tek söylemiyorum geniş bit zaman ayarlayın, üstün körü geçmeden Göreme Açık Hava Müzesi’ni rahat rahat gezin!
Burası geniş bir alana yayılmış mağara evlerin, mutfakların, kilerlerin, ahırların, kiliselerin, bahçelerin olduğu eski bir yerleşim alanı. Oldukça eski bir yerleşim yeri aslında çünkü bazı mağara kiliselerde tavan süslemeleri, ikonalar bulunmamakta sadece malta haçı olarak adlandırılan çizimler var kesin bir tarih verilememekte ama Hristiyanlığın ilk zamanlarına kadar dayandığı söyleniyor. Ben neredeyse tüm mağaralara, evlere, mutfaklara tek tek girdim oldukça etkileyici bir müze! İnsanlar kayaları mağaraları oyup evler, mutfak masaları kiliseler kurmuşlar hayran olmamak mümkün değil! Kapadokya bölgesi uzun zaman önce şimdinin sönmüş eskinin aktif yanardağı olan Erciyes’in lavlarından, küllerinden oluştuğu için bazı kaya ve mağaralar kolayca oyuluyor, işlenebiliyor… Şimdi size şunu görün şuraya girin diye tek tek söylemiyorum geniş bit zaman ayarlayın, üstün körü geçmeden Göreme Açık Hava Müzesi’ni rahat rahat gezin!
Mağaraları gezerken çok hoş bir şey oldu paylaşmak istedim… Sanırım
mutfak olarak kullanılan bir mağarayı gezerken pencere amaçlı oyulan bir yerde
azında solucan olan bir yabani bülbül ötüp ötüp duruyordu, ilk anda dikkatimi
çekmemişti ama dikkatli dinleyince duvardaki oyukların birinde bir kuş yuvası
olduğunu gördüm dikkatle baktığımda yuvada tünemiş dişi bir bülbülün olduğunu
gördüm! Penceredeki kuş ağzındaki solucanı yuvadaki eşini beslemek için
getirmişti ama içeride bizler olduğumuz için korkmuş giremiyordu :/ Bunu
anlayınca ürkütmeden yavaşça dışarı çıktım…
Bu uzun yorucu ama bir o kadarda güzel gezinin sonrasında
müzenin girişindeki mağaza kafede oturup taze sıkım bir portakal suyu içip dinlendim…
Sinem’in tavsiyesi üzerine Avanos’a gitmeye karar verdik minibüs ile yola
koyulduk… Bu arada bilgini olsun burada ücreti minibüse binerken değil inerken
veriyorsunuz!
Nevşehir’in ilçesi olan Avanos, Kızılırmak nehrinin kıyısında bulunan çömlekçiliğin meşhur olduğu, ilk görüşte çok beğendiğim bir yer. Göreme’nin aksine yaşam devam etmekte, suyun olduğu her yer gibi insana huzur veriyor. Nehrin ortasında kazların ördeklerin olduğu küçük bir ada bulunmakta, ayrıca nehirde gondol gezileri de yapılıyor, bilginiz olsun. Hava sıcak yorulduk terledik susadık, nehir boyunca bulunan çay bahçelerinden birisine oturup bişeyler içip sohbet ettik, kendimize geldik… Avanos’un esas ilgi çeken kısmı karşı tarafta, bu yüzden karşıya geçmemiz lazım az biraz gidip bir köprüye geliyoruz…
Karşıya geçeceğimiz köprünün adı “Sallanan Köprü” yani bu köprü insanlar yürürken veya rüzgar eserken sallanıyor tamam buraya kadar sorun yok! İlginç olan belediye köprünün diğer ucuna zabıta ekibi koymuş 5 dakikada bir anons yapıyorlar “Lütfen köprüyü sallamayın diye”! Kardeşim bu köprünün adı bile sallanan köprü üstelik sallansın diye öyle özel gayret göstermeniz de gerekmiyor yürümeniz yeter, siz hangi dünyada yaşıyorsunuz! Sallanan köprüde durup nehrin, Avanos’un güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz…
Köprüyü geçip öylesine geziyoruz sokakları, dikkatimi çeken
çok sayıda çömlekçi var... Bloglarda adını duyduğum Chez Galip’in çömlek
atölyesine gidelim dedik. Chez Fransızca, “-mekanı, -yeri” gibi bir anlamı
varmış, Şe Galip diye okunuyor Galip’in Yeri anlamına geliyormuş. Şimdi neden
Fransızca derseniz yurdumun çoğu doğal güzelliğinde olduğu gibi yabancılar
keşfetmiş, bu bölgeye de 40 50 yıl önce gelen Fransızların çok emeği var diye biliyorum…
Chez Galip’in atölyesini geziyoruz içeride genç çalışanlar var buradaki çoğu
çömlek atölyesinde olduğu gibi yerli yabancı turistlere çömlek yapmayı
öğretiyorlar, alışveriş için gelmiş müşteriler de var. Buradaki neredeyse tüm
çömlekçilerde kimisi süs amaçlı yapılmış büyüklü küçüklü çömlekler olduğu gibi günlük
mutfak kullanımı için yapılan daha ticari çömlekler de bulunmakta…
Chez Galip’e gelmek istememin esas nedeni internette çok
bahsedilen meşhur Saç Müzesi’ni de görmek! İçerideki arkadaştan rica ediyoruz, mağara
içine oyulmuş üst katta bulunan saç müzesine çıkıyoruz, baştan uyarıyor
fotoğraf çekmek yasak! Mağara içine oyulduğu için içerisi oldukça serin ve bu
iyi bir şey! Bir kapıyı açıyor ve Saç Müzesi’nin içindeyiz! Aman Allah’ım! Bir mağara
içinde tavana duvarlara asılmış binlerce, on binlerce kadın saçı! Açıkçası bu
kadar etkileneceğimi hiç beklemiyordum! Bize gezdiren arkadaşa hikayesini
soruyorum anlatıyor yaklaşık 36 37 yıl önce Galip Usta Fransız bir kadına aşık
oluyor, kadının saçından bir tutam hatıra alıyor ve bu saç biriktirme işi böyle
başlayıp devam ediyor, tabi kadın bir daha hiç gelmiyor :/ Yok Galip Usta
kendini içkiye kumara vurmamış, evli çocuk hatta torun sahibi ama bize söylenen
hikaye bu! Benim zaten saçım az üstelik erkeğim ama Sinem isterse saç
bırakabiliyor :) Ben Sinem’i bir tutam hatıra saç bırakması konusunda bastırıp zar zor ikna ediyorum! Gezdiren Abi bana bırak merak etme diyor uygun bir yerden bir tutam
saç kesip bir kağıda yapıştırıyor, Sinem tarihi adını soyadını memleketini bir
de sanırım telefon numarasını yazıyor. Yılda bir defa bir çekiliş yapıyormuş,
bir talihli çift kişilik Kapadokya tatili kazanıyormuş, hayırlısı!
Biz saç müzesinden o kadar etkileniyoruz ki Galip Usta ile
tanışmak istiyoruz ama kendisi burada değil, biraz daha şehir dışında bulunan
diğer atölyesinde. Meydandaki durağa gidip hemen bir taksiye binip Galip
Usta’nın diğer mekânına gidiyoruz. İnternette Galip Usta’nın bir diğer Usta
olan Erkan Oğur’a benzediği yazıyordu, atölyenin bahçesine geldik taksiden
indik beyaz saçlı pala bıyıklı bir adam görünce dedim Galip Usta! Bu atölye
küçük bir tesis aslında tur otobüsleri buraya uğruyor düşünün artık Galip
Usta’nın ne kadar ünlü olduğunu!
Galip Usta ve personeli bir tur otobüsünü uğurluyorlardı. Taksiden
indik heyecanla yanına gittik ve kendisiyle tanışmak için geldiğimizi
belirttik. Çok sıcak ve bir o kadar da samimi bir şekilde karşıladı bizi, diğer
misafirlerinin işi henüz bitmediği için yardımcısı Yasemin Hanım’a emanet etti
bir süreliğine bizleri. Yasemin Hanım ile atölyeye geçtik ve bize önce el
yapımı tabakların hangi aşamalardan geçerek nasıl yapıldığını gösterdi.
Özellikle seramik tabaklar tek tek el ile yapılıyor, boyanıyor, fırınlanıyor ve fırına giren çoğu tabak maalesef sağlam çıkmıyor! O kadar emek sonucunda az sayıda ürün sağlam çıkıyor ama çıkanlarda hayranlık uyandırıyor!
Özellikle seramik tabaklar tek tek el ile yapılıyor, boyanıyor, fırınlanıyor ve fırına giren çoğu tabak maalesef sağlam çıkmıyor! O kadar emek sonucunda az sayıda ürün sağlam çıkıyor ama çıkanlarda hayranlık uyandırıyor!
Galip Usta’nın atölyesi geniş içeride çok sayıda ürün var,
Galip Usta’nın öğrencilerinin yaptığı ürünleri dilediğimiz gibi inceleyip
fotoğraflayabiliyoruz sorun yok. Biraz sonra Galip Usta’nın kendi ürünlerinin
olduğu bölüme geçiyoruz burada fotoğraf çekmek yasak! Yasemin Hanım bizi içeriye
alıyor bir dakika diyor gidip ışıkları kapatıyor! Ne alaka demeyin bazı çömlek ve
seramik ürünlerde ki masa benzeri ürünlerde var, fosforlu özel bir boya
kullanılmış ve ışıklar söndüğünde karanlıkta ışıldıyorlar! Resmen hayran kaldık,
oldukça etkileyiciydi! Tabi bu bölümde duvara asabileceğiniz boyutlarda özel
ürünlerde olduğu için ürünlerin kalitesi ve güzelliğiyle birlikte cebinizden
çıkacak miktarda artıyor! Rahatlıkla birkaç bin lira bırakıp çıkarsınız! Ama gerçekten
hayranlık uyandıran ürünler var el emeği göz nuru olduğu için helali hoş olsun
diyorum! Tabi bizim bütçemiz değil birkaç bin birkaç yüz bile olmadığı için
daha ucuz ürünlerin olduğu diğer bölüme geçtik :)
Galip Usta’nın misafirleri gitmişti yanımıza geldi çömleklerin
sağlamlığını göstermek için eline bardak boyutlarında bir çömlek aldı aman usta
dur demeye kalmadan yere attı! Sinem’i yanına çağırdı hanım kızım şimdi
çömleğin üstüne çık bakalım dedi ve Sinem çömleğin üstüne çıktı! Sinem çömleği
kıramadığı için hem çömleği hem de imzaladığı kartvizitini hediye etti :) Ha çömlek kırılsaydı parasını
alıyor muydu? Niye sormadık ki :D
Galip Usta’nın işi olduğu, için Yasemin Hanım’a bize
uygulayacağı indirimi söyledi ve müsaade istedi. Ben 3 parça hatıra çömlek
aldım sağ olsun güzelce paketlediler, kutuladılar. Alışverişimiz bitti ama
gitmeden meşhur çömlek yapımını denemek istedik, kırmadılar bizi. Genişçe bir
tür şalvar benzeri kıyafet verdiler pantolonumun üzerine geçirdim biraz sonra
bir çömlek ustası elinde çamur ile geldi. Çömlek yapmak için çamuru döner bir platformun
üzerine yerleştirip önce ayağınız ile güzelce çeviriyorsunuz! Belli bir ivme
verdikten sonra iki elinizle şekil vermeniz lazım! Kolay gibi değil mi? Yok hiç
kolay değilmiş, benim vazo niyetiyle başladığım çömleğim kopa kopa kül tablası
oldu! Çamur elinize bulaşacak zaten eğer üzerinize sıçrarsa korkmayın, kimyasal
bir şey içermediği için yıkanınca kolayca çıkıyor. Ben çömlek yaparken sağ
olsun Sinem videoya çekti tabi bende onu çektim izleyin mutlaka :)
Ellerimizi yıkadık, Avanos’a dönmek için taksimizi çağırdık, bekliyoruz.
Galip Usta kucağında torunu yanında eşi ve çalışanları çay içiyorlar. Sağ olsun
bizi de davet ettiler ikram etmek istediler ikimizde hatıra olsun diye fotoğraf
çektirmek istedik bizi kırmadı.
Atölyenin bahçesinde Usta’nın güvercinleri için yaptığı yuvalar ve tabi birbirinden güzel güvercinleri dikkatimizi çekti.
Atölyenin bahçesinde Usta’nın güvercinleri için yaptığı yuvalar ve tabi birbirinden güzel güvercinleri dikkatimizi çekti.
Avanos’a geldik, ayrılmadan önce Avanos Yöresel Şarap Evi’ni
de görmek istiyoruz, merkeze yakın zaten kolayca bulduk. İçeriye girdiğimizde
şarap tatmak istediğimizi belirttik Süleyman Bey sağ olsun önce içeriyi
gezdirdi. Burası eski bir mağara ev bu nedenle içerisi serin, yani şarap
saklamak için gerekli olan serinlik ve karanlığa sahip! Duvarlarda şarap
saklamak için oyuklar yapılmış gayet işlevsel ve estetik! Süleyman Abi Sinem’i
yanına çağırdı ve mahzenden bir şişe şarap aldı! Dedim yine mi yere atıp kızı
üstüne çıkaracak :) Yok sadece
bak dedi şişe ne kadar soğuk :) Küçük cam
kadehlerden birkaç tane aldı ve değişik türde şarapların olduğu masaya geçtik
şarap anlatacağım kapat dedi!
Peki ne anlattı? Yok hayır hayatın veya şarabın sırrını
anlatmadı! Özetle dedi ki fiyata aldanmayın pahalı şarap illa iyi olacak diye
bir şey yok! İçten ve sıkmadan şarap hakkında fikirlerini paylaştı, güzel bir
sohbetti… Süleyman Abi Bektaşi ve zaten yanlış bilmiyorsam Bektaşi’lerde şarap daha
kutsal bir anlam ifade ediyor! Tattığımız şaraplar arasında kendi yaptıkları ve
daha önce adını duymadığım Kurma şarapta vardı sanırım bir tür Bektaşi şarabı,
tadı nispeten daha tatlıydı! Biz tadım sonrası hafif tatlı olduğu için birer
şişe Kurma şarap aldık ama diğer şaraplarda güzeldi!
Saat ilerledi gezdik tozduk yorulduk minibüsü bekleyip
Göreme’ye döneceğiz. Göreme’de otele geçip elimdekileri dolaba yerleştirdim, bi
el yüz yıkama bi ihtiyaç giderme derken hava karardı. Çok aç değiliz ama hafif
açlık var!
Dışarı çıktık sağa sola baka baka dolanıyoruz. Bir binanın
terasında bulunan ve Göreme’yi de rahatça görebileceğimiz manzarası güzel olur
dediğimiz Manzara Restaurant’a geçip oturduk! Sinem pek aç değil sigara böreği
yeter dedi, ben açım Kapadokya’nın meşhur çömlek kebabını da denemek istiyorum.
Menüde tavuk, dana ve kuzu etli 3 tür çömlek kebabı var ben kuzu etli çömlek
kebabı istiyorum. Masalar dolu ve çalışanlar koşturuyor, biraz sonra Sinem’in
sigara börekleri geliyor ama bize henüz servis açılmamış! Birkaç defa
söylememize rağmen bekliyoruz zar zor çatal bıçak geliyor ama masada ekmek yok!
Biraz sonra benim testi kebabım geldi garson tarafından çömleğim gözümün önünde
kırıldı sıcacık kebabım hazır ama yanında ayrı bir tabakta gelen pilav soğuk! Sinem
normalde çömleği müşterinin kırması gerektiğini ama sanırım zaman kazanmak için
kendilerinin kırdığını söyledi! Neyse birazdan eksikler tamamlandı ve
yemeğimizi yedik. Allah’tan çömlek kebabım güzeldi ama öyle aman aman çok
farklı bir tat alamadım! Hayır kötü değildi ama çok da şaşırtıcı değildi!
Hava iyice serinliyor, hesabı ödeyip kalktık, ben otelime
Sinem arkadaşına geçti. Yatıp dinlenmem lazım çünkü sabah 4 gibi kalkıp o
meşhur balon turuna katılacağım…
galip ustanın saç müzesine yıllar önce bir tutam saçımı bırakmıştım yeğeni gezdirmişti orayı :) selin
YanıtlaSil