Kapadokya: Göreme – Avanos

Fırsat buldukça kafamda oluşturduğum görülmesi gerekenler listemi tamamlamaya devam ediyorum… Özellikle son iki yıldır tatil seyahat gezi bloglarında, dergi ve eklerinde iyice öne çıkan, bu yıl Instagram’da özellikle muhteşem kar manzarası eşliğinde bol bol hayranlık uyandıran fotoğrafları paylaşılan Kapadokya’yı görerek listemden çıkarmak istedim ve şimdi geriye dönüp baktığımda iyi ki gezip görmüşüm diyorum…

Hayır herhangi bir tur şirketinden tatil paketi satın alıp gitmedim, kendim bir program oluşturup öyle gezdim… Tabi kendim gezmek istememde Nevşehir’de okuyan sevgili öğrencim Sinem’inde bana eşlik edecek olması önemli bir etkendi ve sağ olsun bana iyi bir rehber ve yol arkadaşı oldu… Tabi yine sürekli takip ettiğim seyahat yaşam bloglarındaki Kapadokya yazılarını okudum, gazetelerin seyahat ve hafta sonu eklerinden önceden kesip sakladığım yazıları okudum, nereler gezilir nerede ne yenir ne yapılır notları çıkardım ve o notlardan faydalandım, iyi de oldu…

Peki yavaş yavaş başlayayım zaten anlatacaklarım uzun olduğu için Kapadokya yazılarımı parçalara bölmeye karar verdim böylece hem gün gün hem de bölge bölge daha düzenli anlatabilirim diye düşünüyorum…

Öncelikle Kapadokya bir ilçe, kasaba veya köy değil! Kapadokya sınırları tam olarak belli olmayan Nevşehir’in tamamı ile Kayseri, Aksaray hatta Niğde’yi de kapsayan oldukça geniş bir bölge! Yani öyle iki üç saat takılıp iyi gezdik denilebilecek bir yer değil, hatta bana göre en az bir hafta gezmek lazım! Bir taksiciyle sohbet ederken hepsini görmek için belki bir ay gezmen lazım dedi! Yalan veya abartı yok, haklı aslında! Ben dört gün gezdim ve çoğu yeri göremedim çoğu aktiviteyi yapmadım, yapamadım… Baştan belirteyim bu yazıların esas amacı Kapadokya hakkında ansiklopedik bilgileri kopyala yapıştır ile paylaşmak değil, kendi seyahat tecrübemi sizlere aktarmak. Bu nedenle Kapadokya hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız, internette çok sayıda yazı var kısa bir araştırma ile bulup okuyabilirsiniz!

Peki ne zaman gitmeli? Kapadokya bölgesi daha doğrusu Nevşehir kışın çok soğuk yazın ise çok sıcak bir bölge(imiş). Bu nedenle ilkbahar veya sonbahar da gitmek daha doğru çünkü Kapadokya’ya gitmek demek bol bol yürümek gezmek tırmanmak demek! Çok soğuk veya çok sıcak zamanlar sizi fazlasıyla zor durumda bırakacağından bilginiz olsun, gerçi bu yıl kış aylarında da çok sayıda fotoğraf paylaşıldı ve kar altında da çok güzel göründüğünü belirtmek isterim. Zaten bölge esnafı ile konuştuğumda eskiden turizm sezonunun 4 - 5 ay olduğunu artık bu sürenin 8 - 9 aya çıktığını, sürekli hareket olduğunu belirttiler.

Peki nasıl gideriz? Mümkünse gezi tarihinizi önceden belirleyip uçak ile gidin derim. Kayseri’de bulunan Kayseri Havalimanı’na ve Nevşehir’de bulunan Kapadokya Havalimanı’na yapılan uçuşlar var. Her iki havalimanından Nevşehir’e servis yapan araçlar bulunuyor bilginiz olsun. Yok eğer uçak pahalı geliyorsa İstanbul’dan her gün Kamil Koç’un sabah ve akşam seferleri var ortalama 12 saatlik bir yolculuktan sonra Kapadokya’nın merkezi sayılabilecek Göreme’ye ulaşıyorsunuz, şahsen benim gitmek istediğim tarihlerde uçak bileti çok pahalı geldiği için Kamil Koç’u tercih ettim ve her hangi bir sorun yaşamadım.

Peki nerede konaklamalı? Kapadokya geniş bir alan ama Kapadokya demek çoğunlukla Nevşehir demek! Nevşehir şehir merkezi pek tercih edilmiyor çünkü o güzelim peribacaları atmosferinden uzak daha çok bir Anadolu kenti görünümünde. Genelde tavsiye edilen ve benimde tavsiye edeceğim Göreme’de konaklamanız, böylece hem Kapadokya ruhunu daha iyi hissedersiniz hem de mutlaka görmeniz gereken Avanos, Uçhisar ve Ürgüp gibi bölgelerin hepsine yakın olursunuz. Özellikle son yıllarda Uçhisar kasabasına çok kaliteli otel yatırımları yapılsa da fiyatları daha yüksek bu nedenle makul bir bütçe ile tatile gidiyorsanız Göreme’de konaklamak daha uygun olacaktır. Ben Göreme’de bulunan Caravanserai Hotel’de konakladım, memnun kaldım tavsiye ederim.

Gelelim benim yolculuğuma :) 19 Mayıs’ın salıya denk gelmesini değerlendirip havalar öyle çok da sıcak değilken gideyim dedim. 15 Mayıs Cuma akşamı saat 22:00’a otobüs bileti aldım. Aldım almasına ama nerden bileyim asker uğurlama dönemine denk geleceğimi! İstanbul Otogar’da neredeyse her otobüsün önünde sırtında bayrağımız asılı sağında solunda anası babası halası liseden kankası mahalleden panpası önü zurnacı davulcu çevrili 18’lik gençler bekliyordu. Davullar çalıyor zurnalar coşuyor İstiklal Marşı okuyan mı ararsın bu asker gidecek geri dönecek diye toplu slogan atan mı dersin otobüsün önünde içinde toplu fotoğraf çektiren mi dersin otobüsün plakasını söküp anı olacak çalan mı dersin! Otobüsü sallayan mı dersin! O daracık otogarda halaya oyuna duran mı dersin! Sadece İstanbul Otogar değil, Alibeyköy Cep Otogarı da aynı durumda olduğundan İstanbul’dan bir buçuk saat geç çıktık! Allahtan bizim otobüste asker olmadığı için en azından bizim otobüste sorun yaşamadık! Otobüs ile seyahat ederseniz Kayseri ve Nevşehir bölgesinde pek de zorlanmadan yol boyunca Erciyes Dağı’nı görebilirsiniz! Bilginiz olsun…

İstanbul’da oyalanınca planladığımdan daha geç bir saatte Nevşehir'e ulaştık, Nevşehir Otogar ’da sevgili öğrencim, rehberim, yol arkadaşım Sinem’i de alıp Göreme’ye devam ettik. Göreme’ye kadar bir yandan sohbet edip bir yandan da yol boyunca manzarayı inceledim.

Göreme için Kapadokya’nın merkezi diyebiliriz ki ben ilçe sanıyordum meğer kasaba bile değilmiş! Son yapılan nüfus sayımında nüfus 2500’ün altına düştüğü için köy kabul ediliyormuş! İlk duyduğumda bende şaşırdım ama biraz gezince burada yaşamın bittiğini görüyorsunuz her yer ya mağara otel ya tur, balon şirketi ya da lokanta, restoran! Evet az da olsa evlerde var ama çoğu çalışan Göreme yakınındaki kasabalarda köylerde yaşıyor… Göreme bir vadinin içinde kalmış küçük bir kasaba aslında gezinirken peribacalarını, güvercinleri, yabani bülbülleri görebiliyor, duyabiliyorsunuz…

Göreme içindeki küçük terminalde indikten sonra 5 dakika yürüyerek Caravanserai Hotel’e ulaştık. Kapadokya bölgesindeki çoğu otel mağara otel diye geçiyor ama bildiğimiz mağara yapısı aklınıza gelmesin, çoğu otel taştan yapılmış ama otantik olsun diye mağara görüntüsü verilmiş yapay mağara oteller! Evet kasabalar içerisinde peribacaları var ama oteller peribacaları içerisinde değil! Hem Göreme’de hem de Kapadokya bölgesinde çok özenilmiş çok hoş oteller var ama benim otelim gibi daha sade bir otel de işinizi görebilir! Caravanserai Hotel’de iki kişilik odada kaldım duşu tuvaleti oda içerisinde, otel ücretine sadece sabah kahvaltısı dahil… Kahvaltı bana göre yeterli, doksan çeşit olsun diyen birisi değilim… Oteller genelde Euro bazlı ücretlendiriliyor o günkü kura göre çevirip ödeme yapabiliyorsunuz…

Eşyalarımı yerleştirdim, üstümü değiştirdim el yüz yıkama tamam artık çıkıp gezelim zaten yolda zaman kaybetmişim gezmek lazım ama neredeyse öğlen oldu önce karnımızı doyuralım yolumuz uzun çünkü… Özellikle instagramda güzel fotoğrafların paylaşıldığı ve bloglarda hakkında güzel yorumların yapıldığı Seten Restaurant’ı denemek istedim… Seten Restaurant Göreme içerisinde olduğu için az biraz yürüyerek gittik, az biraz yukarıda kaldığı için yemek yerken Göreme’yi de izleyebiliyorsunuz…



Çok hoş bir dekorasyona sahip içerisi sade göz yormayan bir şekilde döşenmiş… Nispeten erken sayılabilecek bir saatte gittiğimiz için bizden başka müşteri yoktu, çalışanlar servis için hazırlıklarını yapıyorlardı. Cam kenarında güzel bir manzarası olan iki kişilik bir masaya geçtik, menüyü incelemeye başladık…
Biraz sonra masaya sarımsak soslu, tadı çok güzel iki dilim ekmek, zeytinyağı ve çok hoş bir baharat karışımı geldi… Çok aç olmadığımız için yöresel bir çorba olan tutmaç çorbası ve karışık meze tabağı istedik… Sarımsaklı ekmeği zeytinyağı ve baharata bana bana yedik ağzımız tatlandı…
Tutmaç çorbası aslında çok farklı bir tada sahip olmasa da yoğurtlu, unlu, yumurtalı, erişteli kıvamlı lezzetli bir çorba, ben beğendim…
Az biraz sonra 9 çeşit mezenin olduğu meze tabağı geldi, her mezede ayrı ayrı gayet güzeldi… Evet meze tabağı muhteşem değildi ama her şey ortalamanın üstünde gayet iyiydi… Göreme’de kaldığım süre boyunca gözlemlediğim kadarıyla yeme içme sektöründe burada yüksek fiyat düşük kalite olduğu! Seten bana göre bu algıyı değiştirmeye çalışan bir mekan, umarım değişerek gelişerek devam ederler, tavsiye ediyorum…

Yemeğimizi yedik şimdi geze geze ilk durağımız olan GöremeAçık Hava Müzesi’ne gideceğiz… Minibüs veya taksiye binmek istemiyoruz zaten yakın hem yürürken daha çok şey görüyoruz size de böyle yapmanızı tavsiye ederim…



Yol boyunca çok sayıda irili, daha irili peribacaları gördük kimisi gerçekten çok büyük fotoğraf çekerken kadraja zor sığdırdım! Öyle sadece ufak bir bölgede değil çok geniş bir alanda peribacaları bulunmakta…




Yol üzerinde at çiftlikleri dikkatimi çekiyor, bölge için tavsiye edilen aktivitelerden biriside at gezintisi yapmak biz yapmadık ama ilginizi çekerse diye bilginiz olsun…

Hava yine de sıcak yanımıza su almıştık sık sık su içiyoruz… Göreme Açık Hava Müzesi’ne gelmeden biraz beride Tokalı Kilise bulunmakta müzekart olduğu için kolayca içeri giriyorum. Bölgede çok sayıda mağara kilise bulunmakta ve bu kiliselerin çoğu Hristiyanlığın ilk dönemlerinden kalma, Tokalı Kilise önemli kiliselerden.




Çoğu mağara kilisede olduğu gibi burada da fotoğraf çekmek yasak, görevliler sık sık uyarıda bulunuyorlar bilginiz olsun ama itiraf edeceğim flaşı kapatıp telefon ile bir kaç fotoğraf çektim tam istediğim gibi olmasa da!

Az biraz daha yürüyerek Göreme Açık Hava Müzesi’ne geliyoruz, müzekart olduğu için sıra beklemeden kolayca içeri girdim.














Burası geniş bir alana yayılmış mağara evlerin, mutfakların, kilerlerin, ahırların, kiliselerin, bahçelerin olduğu eski bir yerleşim alanı. Oldukça eski bir yerleşim yeri aslında çünkü bazı mağara kiliselerde tavan süslemeleri, ikonalar bulunmamakta sadece malta haçı olarak adlandırılan çizimler var kesin bir tarih verilememekte ama Hristiyanlığın ilk zamanlarına kadar dayandığı söyleniyor. Ben neredeyse tüm mağaralara, evlere, mutfaklara tek tek girdim oldukça etkileyici bir müze! İnsanlar kayaları mağaraları oyup evler, mutfak masaları kiliseler kurmuşlar hayran olmamak mümkün değil! Kapadokya bölgesi uzun zaman önce şimdinin sönmüş eskinin aktif yanardağı olan Erciyes’in lavlarından, küllerinden oluştuğu için bazı kaya ve mağaralar kolayca oyuluyor, işlenebiliyor… Şimdi size şunu görün şuraya girin diye tek tek söylemiyorum geniş bit zaman ayarlayın, üstün körü geçmeden Göreme Açık Hava Müzesi’ni rahat rahat gezin!

Mağaraları gezerken çok hoş bir şey oldu paylaşmak istedim… Sanırım mutfak olarak kullanılan bir mağarayı gezerken pencere amaçlı oyulan bir yerde azında solucan olan bir yabani bülbül ötüp ötüp duruyordu, ilk anda dikkatimi çekmemişti ama dikkatli dinleyince duvardaki oyukların birinde bir kuş yuvası olduğunu gördüm dikkatle baktığımda yuvada tünemiş dişi bir bülbülün olduğunu gördüm! Penceredeki kuş ağzındaki solucanı yuvadaki eşini beslemek için getirmişti ama içeride bizler olduğumuz için korkmuş giremiyordu :/ Bunu anlayınca ürkütmeden yavaşça dışarı çıktım…


Bu uzun yorucu ama bir o kadarda güzel gezinin sonrasında müzenin girişindeki mağaza kafede oturup taze sıkım bir portakal suyu içip dinlendim… Sinem’in tavsiyesi üzerine Avanos’a gitmeye karar verdik minibüs ile yola koyulduk… Bu arada bilgini olsun burada ücreti minibüse binerken değil inerken veriyorsunuz!

Nevşehir’in ilçesi olan Avanos, Kızılırmak nehrinin kıyısında bulunan çömlekçiliğin meşhur olduğu, ilk görüşte çok beğendiğim bir yer. Göreme’nin aksine yaşam devam etmekte, suyun olduğu her yer gibi insana huzur veriyor. Nehrin ortasında kazların ördeklerin olduğu küçük bir ada bulunmakta, ayrıca nehirde gondol gezileri de yapılıyor, bilginiz olsun. Hava sıcak yorulduk terledik susadık, nehir boyunca bulunan çay bahçelerinden birisine oturup bişeyler içip sohbet ettik, kendimize geldik… Avanos’un esas ilgi çeken kısmı karşı tarafta, bu yüzden karşıya geçmemiz lazım az biraz gidip bir köprüye geliyoruz…



Karşıya geçeceğimiz köprünün adı “Sallanan Köprü” yani bu köprü insanlar yürürken veya rüzgar eserken sallanıyor tamam buraya kadar sorun yok! İlginç olan belediye köprünün diğer ucuna zabıta ekibi koymuş 5 dakikada bir anons yapıyorlar “Lütfen köprüyü sallamayın diye”! Kardeşim bu köprünün adı bile sallanan köprü üstelik sallansın diye öyle özel gayret göstermeniz de gerekmiyor yürümeniz yeter, siz hangi dünyada yaşıyorsunuz! Sallanan köprüde durup nehrin, Avanos’un güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz…





Köprüyü geçip öylesine geziyoruz sokakları, dikkatimi çeken çok sayıda çömlekçi var... Bloglarda adını duyduğum Chez Galip’in çömlek atölyesine gidelim dedik. Chez Fransızca, “-mekanı, -yeri” gibi bir anlamı varmış, Şe Galip diye okunuyor Galip’in Yeri anlamına geliyormuş. Şimdi neden Fransızca derseniz yurdumun çoğu doğal güzelliğinde olduğu gibi yabancılar keşfetmiş, bu bölgeye de 40 50 yıl önce gelen Fransızların çok emeği var diye biliyorum… Chez Galip’in atölyesini geziyoruz içeride genç çalışanlar var buradaki çoğu çömlek atölyesinde olduğu gibi yerli yabancı turistlere çömlek yapmayı öğretiyorlar, alışveriş için gelmiş müşteriler de var. Buradaki neredeyse tüm çömlekçilerde kimisi süs amaçlı yapılmış büyüklü küçüklü çömlekler olduğu gibi günlük mutfak kullanımı için yapılan daha ticari çömlekler de bulunmakta…

Chez Galip’e gelmek istememin esas nedeni internette çok bahsedilen meşhur Saç Müzesi’ni de görmek! İçerideki arkadaştan rica ediyoruz, mağara içine oyulmuş üst katta bulunan saç müzesine çıkıyoruz, baştan uyarıyor fotoğraf çekmek yasak! Mağara içine oyulduğu için içerisi oldukça serin ve bu iyi bir şey! Bir kapıyı açıyor ve Saç Müzesi’nin içindeyiz! Aman Allah’ım! Bir mağara içinde tavana duvarlara asılmış binlerce, on binlerce kadın saçı! Açıkçası bu kadar etkileneceğimi hiç beklemiyordum! Bize gezdiren arkadaşa hikayesini soruyorum anlatıyor yaklaşık 36 37 yıl önce Galip Usta Fransız bir kadına aşık oluyor, kadının saçından bir tutam hatıra alıyor ve bu saç biriktirme işi böyle başlayıp devam ediyor, tabi kadın bir daha hiç gelmiyor :/ Yok Galip Usta kendini içkiye kumara vurmamış, evli çocuk hatta torun sahibi ama bize söylenen hikaye bu! Benim zaten saçım az üstelik erkeğim ama Sinem isterse saç bırakabiliyor :) Ben Sinem’i bir tutam hatıra saç bırakması konusunda bastırıp zar zor ikna ediyorum! Gezdiren Abi bana bırak merak etme diyor uygun bir yerden bir tutam saç kesip bir kağıda yapıştırıyor, Sinem tarihi adını soyadını memleketini bir de sanırım telefon numarasını yazıyor. Yılda bir defa bir çekiliş yapıyormuş, bir talihli çift kişilik Kapadokya tatili kazanıyormuş, hayırlısı!


Biz saç müzesinden o kadar etkileniyoruz ki Galip Usta ile tanışmak istiyoruz ama kendisi burada değil, biraz daha şehir dışında bulunan diğer atölyesinde. Meydandaki durağa gidip hemen bir taksiye binip Galip Usta’nın diğer mekânına gidiyoruz. İnternette Galip Usta’nın bir diğer Usta olan Erkan Oğur’a benzediği yazıyordu, atölyenin bahçesine geldik taksiden indik beyaz saçlı pala bıyıklı bir adam görünce dedim Galip Usta! Bu atölye küçük bir tesis aslında tur otobüsleri buraya uğruyor düşünün artık Galip Usta’nın ne kadar ünlü olduğunu!




Galip Usta ve personeli bir tur otobüsünü uğurluyorlardı. Taksiden indik heyecanla yanına gittik ve kendisiyle tanışmak için geldiğimizi belirttik. Çok sıcak ve bir o kadar da samimi bir şekilde karşıladı bizi, diğer misafirlerinin işi henüz bitmediği için yardımcısı Yasemin Hanım’a emanet etti bir süreliğine bizleri. Yasemin Hanım ile atölyeye geçtik ve bize önce el yapımı tabakların hangi aşamalardan geçerek nasıl yapıldığını gösterdi.

Özellikle seramik tabaklar tek tek el ile yapılıyor, boyanıyor, fırınlanıyor ve fırına giren çoğu tabak maalesef sağlam çıkmıyor! O kadar emek sonucunda az sayıda ürün sağlam çıkıyor ama çıkanlarda hayranlık uyandırıyor!



Galip Usta’nın atölyesi geniş içeride çok sayıda ürün var, Galip Usta’nın öğrencilerinin yaptığı ürünleri dilediğimiz gibi inceleyip fotoğraflayabiliyoruz sorun yok. Biraz sonra Galip Usta’nın kendi ürünlerinin olduğu bölüme geçiyoruz burada fotoğraf çekmek yasak! Yasemin Hanım bizi içeriye alıyor bir dakika diyor gidip ışıkları kapatıyor! Ne alaka demeyin bazı çömlek ve seramik ürünlerde ki masa benzeri ürünlerde var, fosforlu özel bir boya kullanılmış ve ışıklar söndüğünde karanlıkta ışıldıyorlar! Resmen hayran kaldık, oldukça etkileyiciydi! Tabi bu bölümde duvara asabileceğiniz boyutlarda özel ürünlerde olduğu için ürünlerin kalitesi ve güzelliğiyle birlikte cebinizden çıkacak miktarda artıyor! Rahatlıkla birkaç bin lira bırakıp çıkarsınız! Ama gerçekten hayranlık uyandıran ürünler var el emeği göz nuru olduğu için helali hoş olsun diyorum! Tabi bizim bütçemiz değil birkaç bin birkaç yüz bile olmadığı için daha ucuz ürünlerin olduğu diğer bölüme geçtik :)




Galip Usta’nın misafirleri gitmişti yanımıza geldi çömleklerin sağlamlığını göstermek için eline bardak boyutlarında bir çömlek aldı aman usta dur demeye kalmadan yere attı! Sinem’i yanına çağırdı hanım kızım şimdi çömleğin üstüne çık bakalım dedi ve Sinem çömleğin üstüne çıktı! Sinem çömleği kıramadığı için hem çömleği hem de imzaladığı kartvizitini hediye etti :) Ha çömlek kırılsaydı parasını alıyor muydu? Niye sormadık ki :D

Galip Usta’nın işi olduğu, için Yasemin Hanım’a bize uygulayacağı indirimi söyledi ve müsaade istedi. Ben 3 parça hatıra çömlek aldım sağ olsun güzelce paketlediler, kutuladılar. Alışverişimiz bitti ama gitmeden meşhur çömlek yapımını denemek istedik, kırmadılar bizi. Genişçe bir tür şalvar benzeri kıyafet verdiler pantolonumun üzerine geçirdim biraz sonra bir çömlek ustası elinde çamur ile geldi. Çömlek yapmak için çamuru döner bir platformun üzerine yerleştirip önce ayağınız ile güzelce çeviriyorsunuz! Belli bir ivme verdikten sonra iki elinizle şekil vermeniz lazım! Kolay gibi değil mi? Yok hiç kolay değilmiş, benim vazo niyetiyle başladığım çömleğim kopa kopa kül tablası oldu! Çamur elinize bulaşacak zaten eğer üzerinize sıçrarsa korkmayın, kimyasal bir şey içermediği için yıkanınca kolayca çıkıyor. Ben çömlek yaparken sağ olsun Sinem videoya çekti tabi bende onu çektim izleyin mutlaka :)

Ellerimizi yıkadık, Avanos’a dönmek için taksimizi çağırdık, bekliyoruz. Galip Usta kucağında torunu yanında eşi ve çalışanları çay içiyorlar. Sağ olsun bizi de davet ettiler ikram etmek istediler ikimizde hatıra olsun diye fotoğraf çektirmek istedik bizi kırmadı.




Atölyenin bahçesinde Usta’nın güvercinleri için yaptığı yuvalar ve tabi birbirinden güzel güvercinleri dikkatimizi çekti.


Avanos’a geldik, ayrılmadan önce Avanos Yöresel Şarap Evi’ni de görmek istiyoruz, merkeze yakın zaten kolayca bulduk. İçeriye girdiğimizde şarap tatmak istediğimizi belirttik Süleyman Bey sağ olsun önce içeriyi gezdirdi. Burası eski bir mağara ev bu nedenle içerisi serin, yani şarap saklamak için gerekli olan serinlik ve karanlığa sahip! Duvarlarda şarap saklamak için oyuklar yapılmış gayet işlevsel ve estetik! Süleyman Abi Sinem’i yanına çağırdı ve mahzenden bir şişe şarap aldı! Dedim yine mi yere atıp kızı üstüne çıkaracak :) Yok sadece bak dedi şişe ne kadar soğuk :) Küçük cam kadehlerden birkaç tane aldı ve değişik türde şarapların olduğu masaya geçtik şarap anlatacağım kapat dedi!

Peki ne anlattı? Yok hayır hayatın veya şarabın sırrını anlatmadı! Özetle dedi ki fiyata aldanmayın pahalı şarap illa iyi olacak diye bir şey yok! İçten ve sıkmadan şarap hakkında fikirlerini paylaştı, güzel bir sohbetti… Süleyman Abi Bektaşi ve zaten yanlış bilmiyorsam Bektaşi’lerde şarap daha kutsal bir anlam ifade ediyor! Tattığımız şaraplar arasında kendi yaptıkları ve daha önce adını duymadığım Kurma şarapta vardı sanırım bir tür Bektaşi şarabı, tadı nispeten daha tatlıydı! Biz tadım sonrası hafif tatlı olduğu için birer şişe Kurma şarap aldık ama diğer şaraplarda güzeldi!

Saat ilerledi gezdik tozduk yorulduk minibüsü bekleyip Göreme’ye döneceğiz. Göreme’de otele geçip elimdekileri dolaba yerleştirdim, bi el yüz yıkama bi ihtiyaç giderme derken hava karardı. Çok aç değiliz ama hafif açlık var!

Dışarı çıktık sağa sola baka baka dolanıyoruz. Bir binanın terasında bulunan ve Göreme’yi de rahatça görebileceğimiz manzarası güzel olur dediğimiz Manzara Restaurant’a geçip oturduk! Sinem pek aç değil sigara böreği yeter dedi, ben açım Kapadokya’nın meşhur çömlek kebabını da denemek istiyorum. Menüde tavuk, dana ve kuzu etli 3 tür çömlek kebabı var ben kuzu etli çömlek kebabı istiyorum. Masalar dolu ve çalışanlar koşturuyor, biraz sonra Sinem’in sigara börekleri geliyor ama bize henüz servis açılmamış! Birkaç defa söylememize rağmen bekliyoruz zar zor çatal bıçak geliyor ama masada ekmek yok! Biraz sonra benim testi kebabım geldi garson tarafından çömleğim gözümün önünde kırıldı sıcacık kebabım hazır ama yanında ayrı bir tabakta gelen pilav soğuk! Sinem normalde çömleği müşterinin kırması gerektiğini ama sanırım zaman kazanmak için kendilerinin kırdığını söyledi! Neyse birazdan eksikler tamamlandı ve yemeğimizi yedik. Allah’tan çömlek kebabım güzeldi ama öyle aman aman çok farklı bir tat alamadım! Hayır kötü değildi ama çok da şaşırtıcı değildi!

Hava iyice serinliyor, hesabı ödeyip kalktık, ben otelime Sinem arkadaşına geçti. Yatıp dinlenmem lazım çünkü sabah 4 gibi kalkıp o meşhur balon turuna katılacağım…

Yorumlar

  1. galip ustanın saç müzesine yıllar önce bir tutam saçımı bırakmıştım yeğeni gezdirmişti orayı :) selin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder