Cunda, Ayvalık

2016 Ağustos ayında 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında memurların izinlerinin iptal edilmesi ve devamında ilan edilen OHAL ile memurların yurt dışı çıkışlarının önce yasaklanması, sonra da sıkıntılı bir izin sürecinin başlaması ile benim aylardır hayalini kurduğum Barcelona – Madrid gezim iptal oldu! O bunalım günlerde madem yurt dışına adım atamıyorum boş boş oturmaktansa yurt içinde hep aklımda olan yerlerden birisini göreyim düşüncesiyle yıllardır aklımda olan ama yine yıllardır bir şekilde gidemediğim daha doğrusu gitmediğim Cunda’ya gitmeye karar verdim!
Zamanım çok, o yüzden yol kolay benim için, uçak biletleri pahalı gelince otobüslere baktım ve evet Ayvalık’a giden birkaç firma var ve kalkış ve varış saatleri de bana uygun! Yol işi tamam gidiş dönüş otobüs biletinde sıkıntı yok!
Konaklama için ise bir muhabbet sırasında adı geçen daha önce sadece web sitesini üstünkörü incelediğim Cunda’nın girişindeki o küçücük Lale Adası’nda birkaç yıl önce açılan Turizm Meslek Lisesi’ne bağlı Uygulama Oteli aklıma geldi! Hemen web sitesine baktım, yeni, temiz ve güzel görünüyor! Telefon açtım dedim şu tarihler arasında gelmeyi düşünüyorum yer var mı, evet var! Fiyat da Ayvalık gibi popüler bir tatil yöresine göre gayet uygun! O halde tamamdır bu iş artık, gerisi zaten hallolur! Bloglarda yapılan kısa bir araştırma sonucu notlar aldım nerede ne yenir neresi görülmeli neler alınmalı derken yola koyuldum…

Uzun bir otobüs yolculuğu ardından Ayvalık’ın biraz dışındaki Yeni Otogara ulaşıyoruz, eski otogar Ayvalık içinde kaldığı için ve Ayvalık aslında küçük bir yer olduğu için birkaç yıl önce bu yeni otogar yapılmış. Ayvalık içine buradan kalkan minibüsler ve taksi var kısa bir yolculuk sonrasında Ayvalık’a gidiliyor! Ama ben yolda biraz burkuldum Ayvalık’ın yeni yapılaşma olan bölgeleri pek güzel değil, insan denizi de görmeyince biraz garip oluyor ama denize yaklaşınca durum birden değişiyor…

Ben Ayvalık merkeze gelip hemen oradan bir taksiye binip Lale Adası’nda bulunan Uygulama oteline geçiyorum. Cunda bir ada aslında kara bağlantısı yok ama yıllar önce 1964 yılınca Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olarak da bilinen küçük bir köprü ile hemen yanındaki Lale Adası’na bağlanmış! Daha da sonra Lale Adası ile Ayvalık daha uzun bir köprü ile bağlanınca Cunda bir yarım ada olmuş!
Ben oradayken Lale Adası’nı Ayvalık’a bağlayan eski köprü yerine daha yeni bir köprü yapılıyordu, Mart 2017 itibariyle tekrar gördüğümde inşaat çalışmaları devam ediyordu. Eski köprü boğazı kestiği için eleştiriliyordu yeni yapılan köprü kemerli olduğu için akıntıya izin veriyor bu da denizin daha da temiz kalmasını sağlayacakmış! Hayırlısı!
Lale Adası’nda pek bir numara yok amiyane tabirle, zaten çok küçük bir ada, o küçücük alana da iki büyük otel ve villalar yapılınca çirkin bir görünüm oluşmuş! Yazık aslında!

Otele giriş yapıyorum zaten yoldan gelmişim yol yorgunluğu var az biraz dinlenip temizlenip kendime geliyorum. Otel odası gayet güzel odaların balkonu da var, şanslıysanız güzel bir manzaraya da düşüp sabah o güzelim körfez manzarasına da uyanabilirsiniz benim gibi!
Cunda merkezi ile Lale Adası arasında uzun bir mesafe var ama ben Cunda’yı görmek için yürüyerek gitmeyi tercih ediyorum ama aklınızda olsun Ayvalık’tan kalkan minibüsler sürekli geçiyor biraz beklerseniz minibüse de binip gidebilirsiniz! Yine aklınızda olsun son gittiğimde Ayvalık Belediyesi’nin aldığı kararla minibüslerde para geçmiyor kart basmak zorundasınız! Biz yabancılar içinde çoklu ve tek kullanımlık kartlar hazırlanmış, bu güzel kararınız için çok teşekkürler Ayvalık Belediyesi! Kartlı sisteme geçmeyen bir siz kalmıştınız!

Bir iki gidişimde sağı solu inceleye inceleye yürüyorum tabi o meşhur boğaz köprüsünden de geçiyorum! 54 metrelik tek aracın anca geçebildiği Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü, köprü üzerinde olta ile balık tutanlar var, tamam bir Eminönü bir Karaköy değil ama olsun demek köprü ve olta ayrılmaz bir ikili olmuş J

Yol boyunca sağlı sollu pek çok YENİ yapılmış villa gördüm ve üzüldüm! Çoğu zaman Bozcaada ile kıyaslanan Cunda’nın daha bozulmuş, daha betonlaşmış olduğunu belirtmek isterim! Tamam, yeni binalar yapılabilir ama Ada’nın o tarihi dokusuna bu kadar tezat her hangi bir sahil kasabasında görebileceğiniz villaların yapılmasını pek sevemedim! Acelem de olmadığı için sakin sakin sağı solu inceleye inceleye Cunda’nın o eski sahil bölümündeki kasabasına geldim!

Eski kasabanın daha girişinde eski terk edilmiş bir bina selamlıyor sizi! Ve o selamda sonradan adının AliBey yapıldığı ama herkesin o eski adını kullandığı Cunda’nın bir Mübadele adası olduğunu fısıldıyor bizlere! Cunda ve Moshonisia eskiden beri kullanılan isimleri ama Cunda daha çok bilinir ve kullanılır! Ada’nın şu anki yerlileri aslında 1924 mübadelesi ile Girit ve Midilli’den gelen Türkler’den oluşuyor! Halen Cunda’nın en güzel yapıları da o eski zamanlarda yapılan güzel binalar! Cunda’nın o daracık sokaklarını gezerken bunu fazlasıyla hissediyorsunuz…

O girişteki eski bina ünlü bir yapı, Despot’un Evi olarak biliniyor! Yunanistan bağımsızlığını kazandığı gün Rum halkının sevinçten verdiği bağışlarla bu evi yaptırmış! Ev 1862 yılında inşa edilmiş fakat 1877 yılında hırsızlar despotu öldürüp evini soyup yağmalayınca ev bir süre sahipsiz kalmış! Osmanlı Devleti daha sonra evi satın alıp bir süre ilkokul bir süre de öksüz yurdu olarak kullanmış ama uzun bir süredir bu ev terk edilmiş ve bakımsız bir durumda, ilgisizlikten yıkılacağı günü bekliyor hüzünle…
Yürümeye devam edip sola baktığınızda küçük dümdüz bir ada göreceksiniz üzerinde yıkık dökük bir yapı ile! Şaşırmayın böyle pek çok ada var hatta Cunda’nın tepelik bir noktasına çıkıp etrafa bakarsanız benzer adalardan çok sayıda görüsünüz çünkü bunlar Ayvalık Adaları denilen adalar, toplam 22 ada var böyle içlerinde yerleşime açık olan tek yer Cunda!
Yürümeye devam edin balıkçılar başlayacak evet artık Cunda’nın o çok sevilen sahilindesiniz! Lokma İmparatoru Saki’nin önünden geçeceksiniz durun burada bir soluklanın! Ayvalık ve Cunda ile ilgili tüm yazılarda, tüm bloglarda, vloglarda TV programlarında bahsi geçer, lokması meşhurdur!


Pek çok Ayvalık tekne turunun son durağıdır burası. Peki, o kadar güzel mi? Değil bence! Önünde kuyruk olur her zaman ama bence muhteşem bir tadı yok lokmasının sadece ucuz ve güzel! Ama bir Cunda geleneği gibi o nedenle tadına bakın kendi kararınızı verin! Ben sakızlı dondurmasını da pek beğenmedim! Çeşit çeşit dondurma yapıyorlar tadına bakın derim ama lezzet olarak o kadar da başka yerde bulunmaz değil!

Sahilde balıkçıların arasında Taş Kahve’yi göreceksiniz! Cunda kadar ünlü bir diğer yer Taş Kahve! Adı otantik olsun diye böyle konulmamış burası zaten Ada’nın kahvesi, yaz kış insan olur burada! Açık alanında dibek kahvesi içmek güzeldir denize karşı ama siz beni dinleyin içeride de oturun biraz, yüksek tavanlı, vitraylı yüksek pencereleri olan içerisinde tavanına kuşların yuva yapıp uçuştuğu bir yer burası J



O güzelim dibek kahvesi dışında zeytinyağlı menemeni ile kahvaltı yapmak, Ayvalık tostu yemek, denize karşı çayınızı yudumlayıp keyif yapmak için de uğrayabilirsiniz aklınızda olsun…

Sahilde buzda taze badem satan pek çok seyyar görürsünüz yine bir Cunda geleneği sahilde yürüyüş yaparken yaş badem yemek J Ben bu sevimli amcadan almıştım sağ olsun artistik bir poz vermeyi de ihmal etmedi J
Balıkçıların sonunda ufak bir meydan ile Cunda Çarşısı başlar J Buradaki büyük binada hediyelik ve anı eşyalar var çeşit çeşit hani o magnetlerden süs eşyalarından almak isterseniz bakabilirsiniz.
Cunda sokakları dardır ama o dar sokaklarda yürüyüp keşfetmenizi öneririm, güzel evler küçük sürprizler barındırır. Çarşıda pek çok restoran da var, Ayna bunlardan birisi! Ben deneyemedim ama hakkında güzel yorumlar okudum.

Cunda’ya kadar gelmişken Ayvalık’ın o meşhur peynirlerinden almak isterseniz Darbukacı Kardeşler ve Kesebir’i tercih edebilirsiniz! Bölgeye özgü Ayvalık Tulum peyniri, kelle peyniri, kefalaki peyniri bulabilirsiniz. Her iki dükkânda da vakum makinası var peynirler böylece yola dayanıyor J Ben iki peynircideki ürünlerinde tadına bakıp almanızı öneririm hangisi iyidir derseniz, ikisi de çok iyi! Bergama tulumu olarak da bilinen peyniri özellikle öneririm!
Şimdi peynir için özel bir yer tavsiye edeceğim sizlere! Cunda’nın o meşhur reçelli lor tatlısı için adadaki güzel mekânlara loru üreten bir mandıra var zaten Cunda’nın tek mandırası! Saltık Mandıra! Tabelası bile olmayan bir yer burası! Oldukça bakımsız duran eski küçük bir taş bina! Ama içeride çooook iyi Taze Lor, tereyağı ve sepet peyniri yapıyorlar, gerçekten küçük bir üretici ama ürünleri güzel! Tabi size ürün kalırsa! Bay Nihat gibi kaliteli yerler loru peyniri buradan alıyorlar! Yine de şansınızı deneyin derimJ
Zeytin ve zeytinyağı almak için Ekbir ve Özgün’e bakabilirsiniz, tadım yapılabiliyor ikisinde de. Ben Özgün’den hem kırma yeşil zeytin hem de zeytinyağı aldım ve gerçekten çok iyiydi!





O canım sokakları geze geze biraz yukarıya doğru yürüyün istikamet TaksiyarhisKilisesi! Zaten Cunda’nın siluetinde de görülen ender yüksek yapılarından bu Kilise kolayca bulursunuz! Kilise bir zamanlar Cunda’da onbine yakın Rum Ortodoks yaşarken yapılmış ve adını Koruyucu Baş Melekler Cebrail ve Mikhail'den yani Taksiyarhis’den almış! Mübadele sonrası Kilise bir dönem Camii olarak da kullanılmış ama 1944 gibi depremden ağır zarar görünce kaderine terk edilmiş!





Dönem dönem kurtarılmaya çalışılsa da esas müdahale 2011 yılında Rahmi Koç Vakfı tarafından yapılmış ve temizlenip, restore edilerek müzeye dönüştürülmüş! Kilise şu anda oyuncak müzesi gibi işlev görüyor ama tüm tavan süslemeleri ikonalar onarımdan geçirilmiş tertemiz yapılmış! İçeride gezerken eski halinin fotoğraflarını da göreceksiniz anlarsınız ne kadar emek verildiğini!


Kilise’den çıkıp yukarıya doğru yürümeye devam edin Aşıklar Tepesi denilen yere gideceğiz! Önce sizi şimdilerde sadece duvarları kalmış bir Kilise kalıntısı karşılayacak, Agia Triyada Kilisesi! Şimdilerde sadece duvarları kalsa da Ada’nın ilk Kilisesi! Mübadele sonrasında bakımsız kalıp depremde zarar da görünce iyice terk edilmiş, o eski süslü halinden eser kalmamış!
Şimdi biraz daha yürüyün işte karşınızda Aşıklar Tepesi de denilen ama günümüzde Değirmen ve Kütüphane olarak bilinen yere geldiniz! Orijinal adı AgiosYannis Şapeli, yakındaki Agia Triyada Kilisesi’ne bağlı bir şapel aslında! Uzun yıllar yıkık dökük kalmış ama Rahmi Koç Vakfı esaslı bir restorasyona tabi tutup günümüzdeki haline getirmiş! Aslında Şapelin dibindeki değirmenin sadece kalıntıları varmış ama binasını aslında uygun şekilde tamamlamışlar!






Restorasyon sonrası aynı zamanda Muhtar Kent’in anne babası da olan emekli büyükelçi Necdet Kent’in adı verilerek Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak hizmete sunulmuş. Müzenin Cunda ve Ayvalığı muntazam şekilde gören bahçedeki kafesine oturup birer limonata içmenizi ve o güzelim manzaraya dalmanızı tavsiye ederim!

Şapelin içini gezip ikonları ve kütüphaneyi de görmelisiniz zaten. İçeriyi gezerken benim dikkatimi çeken bir nokta oldu! Kütüphanedeki rafların birisinin sırtında eski Ayvalık ve Cunda fotoğrafları vardı! O fotoğraflarda Ayvalık’ın eski adı yer alıyordu, Αϊvaly! Ayvalık ismi ile ilgili çeşitli rivayetler vardır kiminde bir zamanlar bol olan Ayva ağaçlarından geldiği kiminde ise bir tür deniz kabuklusunun adının verildiği söylenir! Ama en azından günümüzdeki telaffuzunun nereden geldiğini tesadüfen de olsa görmek güzeldi J Bu ismin ayvadan değil de bir tür deniz kabuklusundan geldiğini öğrenmiştim sonrasında!



Aşıklar tepesinden karşıya baktığımda tek başına kalmış bir yel değirmeni dikkatimi çekiyor! Sanırım bir zamanlar burada çok sayıda yel değirmeni vardı, tıpkı Bozcaada’da olduğu gibi! En azından bir tane dahi olsa ayakta kalması güzel olmuş!



Kimisi terk edilip kaderine terk edilmiş kimisi halen de kullanılan evlerin arasından aşağı doğru yürüyorum burada zaman yavaş akıyor aceleye gerek yok, etrafın tadını çıkartın ve bir zamanlarda bu sokaklarda yaşanan hayatı düşünün! Şimdilerde küçük bir kasaba olan Cunda’da bir zamanlar on binlerce insanın yaşadığını düşününce bir garip oluyor insan…

Cunda’dan Ayvalık’a isterseniz minibüsle isterseniz biraz zor gelebilir ama yürüyerek gidebilirsiniz, ben birkaç defa Lale Adası’ndan karşı tarafa yürüyerek geçtim böylece yol boyunca Ayvalık’ı da görmüş oluyorsunuz! Ayvalık’ta Osmanlı döneminde Rum ağırlıklı olduğu için çok sayıda terk edilmiş ev ve bina bulunuyor, bu binaların kimisi de öylece kalmış Cumhuriyet dönemi yapıları! 
İnsan düşünmeden edemiyor zamanda ileriye giderken acaba medeniyette de ileriye gidiyor muyuz diye! O eski Ayvalık fotoğraflarını gördükçe eski yapıların arasında dolaştıkça en azından mimari ve estetik anlamda eskilerin bizden daha iyi olduğu pek çok nokta var gibi geliyor bana! Terk edilmiş atıl bile olsa o eski binaları görmek mutluluk veriyor insana…

Kimisi atıl durumda olan eski evlerin yanı sıra halen kullanılan yapılar ve müzeye dönüştürülenler de var aralarında! Bunlardan birisi ÇınarlıCamii diğeri ise Taksiyarhis Anıt Müzesi! İkisi de Ayvalık’ın içinde biraz ara sokakları yürüyerek kolayca gidip görebilirsiniz…






Çınarlı Camii eski bir kilise aslında, 1923 yılında Cami’ye dönüştürülmüş. Camii yapılınca bazı süslemeler alçı ile sıvanmış, müezzin için bir yer eklenmiş ve dışarıya da binaya bitişik olarak bir minare dikilmiş, onun dışında hem içte hem dışta pek bir değişiklik yapılmamış! Zaten içeri girdiğinizde burasının farklı olduğu dikkatini çekecektir!




Taksiyarhis Anıt Müzesi ise Ayvalık’ın ilk Kilisesi olma özelliğine sahip aynı zamanda! Cumhuriyet döneminde 1927’den itibaren uzun bir dönem Tekel Deposu olarak kullanılmış sonraları terk edilip kaderine bırakılmış! 2012 yılında Kültür Bakanlığı devir alıp restore edip 2013’te Anıt Müze olarak ziyarete açmış! Ayvalık’ın Hristiyan geçmişi hakkında bilgi edinmek, o geçmişe saygı duymak için gezilmeli bence…

Ayvalık içinde yürürken çok sayıda zeytinyağı satan dükkân görürsünüz bunlar Ayvalık’ın yerel markaları ve gerçekten çok güzeller, dükkânlara girip ürünlerin tadına bakın derim. Ara sokaklara girmeden doğruda devam ederseniz Ayvalık limanına ulaşırsınız. Bu limanda özellikle yazın turizm sezonunda sabah 10 gibi yola çıkıp akşama kadar koy koy dolaşan tur tekneleri var. Makul bir fiyata öğlen yemeği de dâhil Ayvalık’ın en güzel koylarını görüp o tertemiz denizde yüzebilirsiniz. Buraya  fotoğraf koyamıyorum maalesef çünkü ben o gün güzelim denizin ve doya doya yüzmenin tadını sonuna kadar çıkardım :)  İnsan bazı anlarda telefonu elinden bırakıp yaşadığı ana odaklanmalı bence…

Liman ile ilgili bir tavsiyem daha olacak, o limanda meydanın orada birkaç çay bahçesi var işte hemen meydanın yanında Ayvalık Gücü 2 Çay Bahçesi var! Hayır, çayı organik falan değil de buranın manzarası çok güzel J Hele hele akşam 6 - 7 gibi güneş batmaya yakın hava hafif kızıla çalarken o çay bahçesinde oturup karşınızda Cunda arkasında Midilli manzarasına bakmak hani anlatılmaz yaşanır! O yüzden sizde yaşayın bu anın güzelliğini!
Yok, o saatte ben olamayacağım derseniz yine sorun değil gündüz gelin deniz kenarındaki masalardan birine oturun çayınızı kahvenizi söyleyin ve hemen yanınızda bitiveren artık evcilleşmiş sayılan deniz kefallerini seyre dalın…

Çayınızı içip kendinize geldiyseniz şimdi biraz yakınlardaki Güler Tatlıhanesi’ne doğru geçelim, burası Ayvalık’ın sembol mekanlarından birisidir! HalkBank’ın o aradan yürürken hemen karşınıza çıkar zaten. Dikkat edin Pastane demedim, Tatlıhane! Artık böyle kelimeler kullanmadığımız için ne kadar garip geliyor ama evet burası Güler Tatlıhanesi! Öyle Özsüt’ler gibi şık bir restoran falan beklemeyin içeride 2 dışarıda 3 toplam anca anca 5 masalık basit bir yer burası! Şöhreti ürünlerinde, dekorunda değil! Peki, burada ne mi yenir elbette ki Lor Tatlısı, Lorlu Baklava ve Sakızlı Dondurma! İlk gittiğimde bunları yemiştim!

Lor Tatlısı pek çok yerde yapılır burada yapılanı daha çok iri bir şekerpare görünümünde ama daha yumuşak daha hafif. Lorlu Baklava ise içinde tuzsuz lor peyniri olan yine kat kat hamur içinde ama daha rulomsu bir tatlı! Açıkçası baklava ile pek bağlantı kuramadım kat kat olması dışında ama güzeldi. Şimdi şunu belirteyim ben Güler Tatlıhanesinde yediklerime öyle çok şaşırmadım, bayılmadım ama beğendim ve taktir ettim! Birbirinin kopyası, dekoru öne çıkartan, zincirleşip yiyeceklerini fabrikalarda ürettiren, ürünlerine bir sürü koruyucu katkı maddesi koyan yerlerin aksine yıllardır işini geleneksel tariflerle, geleneksel yöntemlerle yapmaya çalışan bir yer Güler Tatlıhanesi! Sırf bunun için bile uğranması gerekir bana göre! Bu ürünleri güvenle evde çocuğunuza, annenize, babanıza, dedenize, ninenize yedirebilirsiniz çünkü! Şeker basılmış suni şeyler değil el emeği gerçek tatlılar bunlar…
Ayvalık’a Mart ayındaki ikinci gidişimde ise fırınlanmış höşmerim ve irmik tatlısı yedim yine sakızlı dondurma ile. Bir pastanede irmik tatlısı görmek garip geliyor ama gayet ev tipi düşük şekerli ve güzeldi ama höşmerim konusunda Çanakkale’yi tek geçerim! Yine de ikisinin de tadına bakmanızı tavsiye ediyorum…
 Tadına bakmadığım ama gördüğüm ve methini çok duyduğum bir şey de Zeytinyağlı Baklava! Gaziantep’te sadeyağ ile yapılan baklavayı zeytinyağı ve içine de fıstık yerine ceviz kullanarak yapmışlar ve seveni de çok. Hatta patron şöyle bir şey anlattı size de anlatayım… Bir gün Güler’e Güllüoğlu gelmiş (gelen kişi Nadir Güllü diye düşünüyorum) sanırım Ayvalık’ta yazlığı mı varmış yoksa tatile mi gelmiş emin değilim ama… Zeytinyağlı baklavanın tadına bakmış ve işte olmaz böyle baklavada sadeyağ kullanılır falan filan bir şeyler demiş! Dedim diyor nasıl olmaz biz yıllardır yapıp yiyoruz! Bir baktım diyor 1- 2 yıl sonra kendisi üretmiş J Google’da basit bir arama ile Karaköy Güllüoğlu’nun “Dünya’da ilk” olarak sunduğu zeytinyağlı baklava yazsını gördüm J İşte gerçek “İlk üretim” in tadına Güler’de bakabilirsiniz!

Güler ile ilgili mutlaka yapmanız gereken bir diğer şey de Lorlu Kurabiyesinin tadına bakmak ve dönüşte almak! Zaten tadına bakınca dönerken alalım diyeceksiniz J İçinde Lor olan üzerinde şeker serpiştirilmiş ve çayın yanına çok güzel giden ev kurabiyesi tadında bir güzellik!

Güler Tatlıhanesi’nin az ilerisinde aynı sokakta yine çok meşhur ve sevilen bir yer olan İmren Pastanesi var. İmren ve Güler aynı ekolden geliyorlar, geleneksel eski usul bir pastane. Yine sakızlı dondurma, yine Lor Tatlısı ama burada yanlış hatırlamıyorsam Sakızlı Kurabiye vardı yine aynı muhteşemlikte!
Ha bana İmren mi Güler mi derseniz hiç boşuna uğraşmayın ikisinin de ürünlerini tadın bakın ve Ayvalık dönüşü 1 kilo birinden 1 kilo diğerinden kurabiye alın derim J Ben öyle yaptım çünkü…

Yeter bu kadar tatlı derseniz yakınlarda deniz görmeyen ama mezeleri ve balığı çok güzel olan bir meyhane var, Tik Mustafa’nın Yeri. Meyhane deyince öyle derbeder leş bir yer gözünüzün önüne gelmesin bir Restoran aslında ama meyhane olarak geçiyor, eşinizle ailenizle sevgilinizle gelebilirsiniz burası Ayvalık sıkıntı yok. Burayı bana tavsiye eden abimiz özellikle mezelerini çok övmüştü mezeleri kendileri yapıyorlarmış ve Ayvalık’ta yaşayanlar evde içerken de buradan meze alıyorlarmış. İçeride geniş ve güzel bir meze dolabı var, kimisi deniz ürünlü balıklı kimisi Ege otları ile hazırlanmış mezeler ara sıcaklar var. Biz balık yemedik ama soğuk ve sıcak mezeler alıp sohbet muhabbet güzel bir rakı sofrası kurduk, tadına doyum olmadı.


Biz rakının yanına füme palamut, dörtlü karışık soğuk ot tabağı ve tereyağında hafifçe çevrilmiş sübye aldık. Ot tabağı gayet iyi her bir ot kendi kıvam ve dokusunu korumuş, palamut füme sanırım bu bölgede sevilen bir meze Bay Nihat'ta da yemiş ve çok beğenmiştim burada da sevdim üzerine dereotu ve zeytinyağı güzel yakışmış! Sübye ise alkışı hak ediyor, güzel bir tat bıraktı usta işten anlıyor belli. Boşuna dememişler Rakı Balık Ayvalık diye, Tik Mustafa'nın Yeri aklınızda olsun. Güzel bir öğlen rakısı yapılabilir bence bizim yaptığımız gibi…

Ayvalık’a kadar geldik o meşhur tostunu yemeden dönmeyelim derseniz o iş kolay, limandan biraz ileride ufak bir Tostçular Çarşısı var orada yiyebilirsiniz. Çarşı dediğime bakmayın üzeri tenteli bir yer ve yan yana sıralanmış 7 – 8 tostçu var. Ben çok beğenilip tavsiye alan Tostçu Mesut’a gittim.

İlk gidişimde yine tavsiyeler üzerine içinde sadece domates ve İzmir tulumu olan daha geleneksel olan tostu yedim ve sevdim. İkinci gidişimde ise içinde her şeyin olduğu o herkesin öve öve bitiremediği geleneksel tostu yedim ve sevmedim! Açık konuşayım ben bu Ayvalık Tostu şeysini sevmedim gitti! Seveni ayılanı bayılanı çoktur ama bana uymadı be kardeşim J Yine de sevenlere afiyet olsun…

Ayvalık’ta mutlaka yapmanız gereken şeylerden birisi de Şeytan Sofrasına çıkmak olmalı! Ayvalık merkezine yaklaşık 9 km mesafede, tüm Edremit Körfezi’ni görebilen muhteşem manzaraya sahip bir tepe burası! Turistik bir yer ama öyle minibüs falan geçmiyor buradan ya kendi aracınızla gideceksiniz veya benim yaptığım gibi bir taksiyle anlaşacaksınız gidiş geliş için! Bir alternatif te şuymuş, Sarımsaklı Plajına giden minibüslere binip Şeytan Sofrası yakınlarında inmek ve tepeye yürümek ama benim o kadar zamanım yoktu taksiciyle anlaştım kolay oldu J Bölgede otopark sorunu yaşandığını da belirteyim yol kenarları bile dolu oluyor gün batımı yaklaştığında!



Peki, bu güzellikte bir yerin adı Şeytan ile neden anılıyor önce bi ondan bahsedelim! Rivayetlere göre, Ayvalık’ta Osmanlı döneminde Rumlar yaşarken bu tepede adı Panolepe lakabı Şeytan olan inzivaya çekilmiş kendini herkesten soyutlamış bir adam yaşarmış. Ayvalık ve çevresinde kıtlık başlayınca din adamları ve papazlar bu kıtlığa Panolepe’nin sebep olduğunu söyleyip halkı galeyana getirmişler. Halkın öfkeyle geldiğini bir keçi çobanında alan Panolepe kuş sütünün dahi eksik olmadığı muhteşem bir sofra kurmuş! Bu sofrayı gören kıtlıktan canına tak etmiş olan halk sofraya dalıp Panolepe’yi unutmuşlar ve o da kaçarak kurtulmuş. O günden sonra da burasının adı Şeytan Sofrası olarak anılmış…


Şeytan Sofrası’nda o eşsiz manzara dışın da bir kayanın üzerinde Şeytan’ın Ayak İzi olduğu rivayet edilen bir iz var o iz ile ilgili rivayette şöyle… Ayvalık bölgesinde Kaz Dağları (İda Dağları) bulunmakta ve bu bölge Yunan Mitolojisinin de yaşandığı yer. Tek veya Çok Tanrılı dinlerde ortak nokta Şeytan’ın da Cennet’ten kovulduğudur. Tanrılar Kralı Zeus Şeytan’ın kovulma işini Tanrıça Selene’ye verir ve Cennet’ten kovulan Şeytan’ın bir adımını buraya bir adımını da Midilli’ye atıp kaçtığı rivayet edilir…


Her ne kadar Müslümanlık başta olmak üzere tüm tek tanrılı dinlerde Şeytan kötü, korkulan, nefret edilen olarak betimlense de Şeytan’ın ayak izinin olduğu kafeste çok sayıda adak kurdelesi olması da bence dikkat çekici J Hani artık kapanan kısmetler açılsın diye Şeytan’dan bile medet umar hale gelmişiz be :D Ayak izinin üstüne dilek dileyip bozuk para atanlar olduğu kadar boş sigara kutusu atan insan görünümlü canlılar da yok değildi! Neyse…

Şeytan Sofrası’nı bu kadar özel yapan insanların buraya akın etmesinin sebebi manzarasından ziyade burada güneşi batırmak! Eğer hava koşulları ve bulutlar izin verirse görüp görebileceğiniz en güzel gün batımlarından birisi yaşanıyor burada! O nedenle esas kalabalık gün batımı yaklaştığında oluyor, adım atacak yer kalmıyor desem yeridir! Ki ben oradayken sağlam rüzgâr vardı, ona rağmen boş yoktu J Eğer şanlı gününüzdeyseniz gün batımı sırasında güneşin denize birebir yansımasıyla oluşan çift güneşli halini bile görebilirsiniz! Ben o şanslılardan değildim ama o tek güneşli hali bile görülmeye değerdi! Hatta körfez manzarası öyle güzel ki o yeşil ve mavinin muhteşem uyumunu görmek için bile gidilmeli bence…

Cunda ve Ayvalık gezimin ardından… Hem damağımda unutamayacağım güzel tatlar hem gülümseyerek anacağım sohbetler hem gözümü okşayan güzel manzaralar bıraktı geride… Hem Ege’yi hem Cunda’yı bu kadar ihmal edip ertelediğim için kızdım kendime! Siz benim kadar ihmalkâr olmayın Cunda ve Ayvalık için…

Yorumlar

Yorum Gönder